YENİ ZELANDA’YA DOĞRU

YENİ ZELANDA'YA DOĞRU

18 Eylül 2019 - 21:56 - Güncelleme: 18 Eylül 2019 - 22:16

Yeni Zelanda'ya Doğru, Harika Gösteri, Gırgır Ateist, İltimas, Gerçeküstü Manzaralar, Samanyolu

 

Denizdeki iki günümüz ilki, parçalı bulutlu bir havada ve bir gün önceki tekne macerasından miras vücut kırıklığı ve burun akıntısı ile geçti. Belli belirsiz ateşim yükseldi. Tipik güneş çarpması belirtileri. Bu nedenle az hareketli bir gün geçirdim. Daha çok yazarak ve okuyarak geçti.

HARİKA GÖSTERİ

Akşam yemek sonrası, açık güverte serinledi, çayımızı hızlıca bitirip kapalı salona kaçtık ve daha sonra tiyatroya gittik. Dans ve akrobatik gösteri nefisti. Atlantis isimli dans gösterisinde dansçıların giysileri muhteşemdi. Her biri ayrı bir deniz canlısı olarak giyinmişti. Arkalarında deniz altındaki Atlantis gösterileri ile deniz altındaymış gibi dans ettiler. Deniz kızı giysileri ile havada asıl bir çemberde serbest şekilde taklalar atan, asılı olarak duran, dönen, düşüyormuş gibi salınan genç kızın gösterisi de güzel ve heyecanlı idi. Daha önceki gösteride ayakları serbest şekilde yukarıdan salınan iki kuşağa asılı olarak benzer bir gösteri yapmıştı, daha çok ayaklarını, diz arkalarını ve apış arasını kullanarak havada bu iki kuşakla irtibat kurarak dönmüş, taklalar atmış, hızlı şekilde tırmanmış ve sert şekilde aşağıya doğru inmişti. Bu kez belinden itibaren yekpare balık kuyruğu içinde olduğu için sadece ellerini ve belini kullanabildi ve bu nedenle düşme tehlikesi daha fazlaydı. Neyse ki başarı ile gösterisini tamamladı.

Ondan sonra sahne alan iki erkek akrobatın Atlantis fonlu hafif bir müzik eşliğinde ve sanki deniz altında imişler gibi hareketlerle yaptıkları akrobatik gösteri ise tek kelime ile mükemmeldi. Alttakinin tek eli yerde iken ikisi birlikte bitişik olarak üst üste amuda kalkıyorlar, peşinden üstteki bu durumda alttakinin üstünde bir kez daha yükseliyor, yine birisi çömelmiş iken diğeri onun üstünde, arkasında ya da önünde yere paralel olarak uzanıyor, sadece alttakinin başına koyduğu tek eliyle önce amuda kalkıyor sonra bu dik olan vücudunu tamamen yer paralel hale getiriyor ve her ikisinin ortak hareketleri ile omuzlarında, göğsünde, kalçasında bu vaziyetini devam ettiriyor ve çok estetik ve yumuşak bir şekilde yere konuyor. Tek kolları ile birbirlerine tutunarak havada duruyorlar, yere paralel hale geliyorlar biri diğerini sağından soluna geçiyor veya üstüne çıkıyor. Tüm bunları çok tatlı bir müziğe uygun şekilde, sanki deniz altında dans ediyormuş gibi yapıyorlar. Ancak ara ara tüm vücutlarının titremesinden, her daim gergin yüz hatları, şişmiş pazular ve göğüs yada sırt adalelerinin belirginliğinden ne kadar zorlandıklarını anlıyorduk. Bütün salon bu iki genci dakikalarca alkışladı. Doğrusu bu övgüyü fazlasıyla hak ettiler.

GIRGIR ATEİST

Bugün denizdeki ikinci günümüz hava tamamen mavi ve düne göre daha sıcak. Bugün düne göre daha iyiyim. Sabah kahvaltıda yanımıza bizden yaşlı iki kadın ve bir erkek oturdu. Birbirleriyle samimi olarak şakalaşan gırgır insanlardı. Tek kadın, İtalyan asıllı ve küçük yaşlarda Arjantin'e göç etmiş bir ailenin çocuğu imiş, birazdan aramıza katılan kocası ile 54 senedir evliymiş. Evliliklerin 50.yılında bu gemi ile Buenos Aires-Roma arası geziye katılmışlar. Evliliklerinin yıldönümü günü gemi kaptanı bu ikisine çok güzel ve sürpriz şekilde kutlama partisi yapmış, "çok duygulandım ve ağladım" diye anlattı hatta o kadar güzel ağlamış ki, gemi kaptanı da onunla duygulanmış ve ağlamış. Diğer ikisinden kadın olan sessiz ancak erkek olan amca çok gırgırdı. İspanyol kökenli Fransız imiş. Karısı Fransız.

Önce "bu benim 3.karım ancak ben 5.ye kadar evleneceğim" diyor, sonra şaka yaptığını söyleyerek 57.yıldır evli olduklarını ve hayatındaki tek sevdiği kadın olarak karısını gösteriyor ve ellerini öpüyor. Türk olduğumuzu öğrenince Müslüman ya da Hıristiyan oluğumuzu sordu, Müslüman deyince, karısını ve yanındaki diğer kadını göstererek hem gülüyor hem de tiyatrovari ibadet ediyormuş gibi yaparak "bunlar Katolik ama ben ateistim, ateistlik özgürlüktür bu ikisi kötü Katolikler" diye eğleniyor. Karşılıklı isimlerimizi söylüyoruz. İzmir ve İstanbul'a gelmişler. Biz de onlara Paris gezilerimizi anlatıyoruz. "Biz Paris'i terk ettik, çok trafik var" orada diyor. Samimi şekilde teker teker tokalaşarak ve karşılıklı jestlerle gülerek masadan ayrılıyoruz.

İLTİMAS

Sabahki yetenek oyununu kazandım ve kolye şeklinde boyna asılan gemi kimlik kartı koruyucusu kazandım. Ayakla vurduğumuz topu 10 metre ilerdeki kovaya sokmaya çalıştık. İlk iki denemem başarısızdı, son kez sıraya geçtiğimde programın sonu ilan edildi ve başkaca oyuncuyu sıraya almadılar, en arkada bendim, benim arkamda ise sıra sonunu belirleyen ve yeni oyuncuları sıraya sokmayan animatör kız vardı ve sıra bana gelinceye kadar gırgırına omuzlarıma ve sırtıma masaj yaparak beni yarışa hazırladı. Toplamda yarım saat süren oyunda bu kez başarı oranı düşüktü, bu nedenle son üç kişi kalınca 10 metrelik uzaklığı önce 5 metreye sonra da 3 metreye kadar yaklaştırdılar, bu kadar torpil ve iltimas sonucu topu kovanın içine soktum.

GERÇEK ÜSTÜ MANZARALAR HER AN HER YERDE

Tam öğlen ortası geminin en üst arka bölümündeki salondan 14. kattaki güverteye çıktım. İlk anda çok parlak bir güneş, masmavi bir gökyüzü ve pırıltılar içinde durgun bir deniz beni karşıladı, havadaki ve denizdeki ışığın parlak yoğunluğundan gözlerim kamaştı. Yüzüm doğrudan geminin önüne dönük olduğu için boylu boyunca tüm gemiyi, 13.katın orta bölümünü kaplayan açık havuzu ve çevresini, bu bölgeyi çepeçevre dolaşan 14.kat açık güverteyi ve geminin en ön bölgesini ve orada yer alan kaptan köşkünü neredeyse geminin en uç noktasına kadar görüyorum.

Hareketli deniz savaşı filmlerinde görülen tarzda gemimizin önü mütemadiyen önce yukarıya kalkıyor sonra denize doğru iniyor. Bu kalkış ve inişler oldukça uzun bir mesafeyi kat ediyor, büyük bir tahterevallideki çocuğun havaya ve yere doğru çıkıp inmesi gibi. Geminin arkasında ayakta sabit şekilde durarak bu periyodik kalış ve inişleri bir müddet izledim. Geminin havalanan önü neredeyse bulunduğum noktadan gökyüzünü bayağı bir yüksekliğe kadar görmemi engelliyordu. Sonra yavaşça suya batıyor ve aynı anda ben bu kez geminin tüm ön yüzeyini rahatlıkla görüyordum.

Bu kez denize baktım, en ufak bir dalgalanma, dalgaların oluşturduğu köpük hatta dalga kıpırtısı dahi yoktu. Kenara kadar geldim, denize dikkatlice baktım bu kez. Okyanus sanki eni boyu olmayan devasa ve yeknesak bir ölü dalga halindeydi. Dalga tepesi veya kırılması olmuyor deniz kendi kendine salınıyordu. Parlaklık ve canlı mavi o derece fazlaydı ki, gemiye yakın bölgedeki deniz üstünde ancak usta ressamların tablolarında görülecek şekilde değişik oval şekillerle yansımalar oluyor ve bunlar sizi büyülenmiş gibi kendilerine bağlıyordu. Çünkü, birinden diğerine bunları gözlerinizle izliyor ve bu şekillerin nerede başlayıp nerede sona erdiğini bulmaya çalışıyordunuz. Parlaklık da tüm deniz yüzeyindeydi, klasik yakamoz gibi bir bant halinde ışıltı yoktu, hatta hiç ışıltı yoktu ancak muazzam bir parlaklık vardı. Gerçeküstü bir manzara saatlerce sürdü ta güneş batmaya hazırlanıncaya kadar.

O saatlerde ise yine ilk kez gözlediğim bir başka manzara oluştu ufuk çizgisinde; her zaman karşılaştığımız çeşitli büyüklük ve yoğunluktaki beyaz-gri tonda bulutlar artık belirsiz bir şekil olarak gemimizi bir daire şeklinde çevreleyen ufuk çizgisinin üstünde dolaşıyor, an be an yer değiştiriyordu. Batı yönümüzde çok yoğun ve çok beyaz bir bulut kümesi oldukça büyük bir alanı kapsamıştı ve bu da bildik bir görüntü idi. Ancak, bu beyaz pamuk yığının hemen önünde ufuk çizgisinin iki parmak üstünde başlayan ve yine iki parmaklık bir genişlikle uzayıp giden bir başka görüntü oluştu. Bunun rengi farklıydı demem olayı tam olarak açıklayamaz, sanki bununla arkasındaki beyaz bulut topluluğu arasında bir kumaş farkı yada kumaşları iyi tanıyan kadınların diliyle bir et farkı vardı. Orası bir bulut tabakası mıydı yoksa bulutsuz bir bölgedeki gökyüzünün renk değiştirmiş halimiydi anlaşılmıyordu. Rengi, hiçbir bulut rengine benzemeyen şekilde giri/beyaz tondaydı ama dediğim gibi bu bir renk farkı değil bir kumaş farkından ileri geliyordu. Güneşin bulutlar arasında ufuk çizgisine doğru kaybolması ile tüm öğleden sonra hayranlıkla izlediğim manzara parçaları da artık ortada görülmüyor ancak hafızamda yer alıyorlardı.

GEMİDEKİ HALLERİMİZ

Manzara seyrettiğim 14. Katın orta bölümlerindeki üstü kapalı etrafı camlarla çevrili bölümde saat 16.00daki pinpon turnuvası başlamak üzereydi. Manzara seyretmeye ara verip biraz da hastalık havasından uzaklaşmak için önce masa tenisi turnuvasına katıldım. İlk turdaki rakibim daha önce Türk arkadaşımın gözlük hırsızlığını yaptığını düşündüğümüz iri yarı suratsız Fransız oldu. Asık suratlı karısı da bizi seyrediyor. Çok çekişmeli bir maç oldu. Bu maçı kazanmayı çok istedim ama anladığım kadarı ile rakibim benden daha çok istedi. Çok gerginleşti, yandaki karısı ile karşılıklı konuşma ve tartışmaları oldu. Her sayı kaybedişinde dünya başına yıkılmış gibiydi. Dikkatli ve sonuca odaklı oynadım ve sonuçta kazandım. Adam resmen mosmor bir suratla masadan ayrıldı, karısı daha beterdi. Ben ise etrafa gülücükler atarak kenardaki sandalyeye oturdum ve 2.turdaki rakibimi bekledim. Kötü şans yine bizim şampiyonla eşleştim. Bu kez daha sıkı ve güzel oynadım, zor topları kurtardım ve bayağı bir sayı aldım ancak normal olarak yine yenildim.

Vakit kaybetmeden 13. Kattaki açık güverteye indim çünkü orada yetenek oyunu yapılıyordu hiç olmazsa sonuna yetişeyim istedim. Sahaya girer girmez bizim Türkler hep birlikte Gülsüm’ün yeni zaferini müjdelediler. Oyun, çok büyük ve içi sünger dışı deriden yapılmış dart benzeri bir panonu tam ortasındaki çay tabağı büyüklüğündeki kırmızı yuvarlak içine elinizdeki nispeten daha ağır ve çevresinden iki sıra yapışkan bant geçirilmiş bir pinpon topunu 5 metre uzaktan fırlatarak yapıştırma hedefli idi. Gülsüm daha ilk atışta kazanmış ve ödül olarak bir şapka almış. Biraz sonra Gülsüm yanıma geldi, gülmekten yerlere yatıyor ve ödülü olan şapkası ile selam veriyor. Normal şartlarda koskocaman çöp kutularına herhangi bir çöpü bir metreden bile sokamayan Gülsüm burada yetenek canavarı olmuştu. Şimdi başarısının tadını çıkarıyor. Ben başarısız iki atış yaptım ve yarışma da sona erdi.

Öğleden sonra gözlediğim manzara havalarını anlattığım Gülsüm’le birlikte (çünkü, onun, tüm öğleden sonrasını İngilizce kültür dersleri ve değişik beceri kursları nedeniyle kapalı salonlarda geçirdiğini biliyordum) bu kez akşam yemeğine kadar, elimizde sütlü kahvelerimiz tekrar ve tekrar denizi ve gökyüzünü seyretmeye devam ettik.

SAMANYOLUNUN ALTINDA DEĞİL İÇİNDEYİZ BU GECE

Gece yarısı ise çok güzel bir başka zaman dilimini yaşadık. Gece karanlığında yıldız seyretmeyi çok seviyoruz karı koca. Ancak, geminin pırıl pırıl ışıkları nedeniyle gökyüzü ne yazık ki pek seçilmiyordu bu yolculuğumuzda. Hatta bir ara kaptana hiç olmazsa tepe ışıklarını kapatmasını söylemeyi bile düşünmüştüm. Bu gece kendiliğinden bu olay gerçekleşti. Çünkü, bu bölgede bulunan gece kuşları bu aylarda çiftleşmek için deniz üstünde uçarlarmış. Işıklar içindeki gemilere ise içgüdüsel olarak yaklaşır ve çarpabilirmiş. Bu nedenle gündüz yapılan anonslarda ve gazetemizde üst güverte ışıklarının kapatılacağı anlatılmıştı. Gece 23.00 sularında en üst açık güverteye çıktık. Yeni ay bir saat kadar önce batmıştı. Açık havada, gemi ışıklarının yanmaması nedeniyle muhteşem bir yıldız topluluğu bizi karşıladı.

Özellikle geminin kıç tarafının üstü tam bir harman yeri. Elmas gibi parlayanlar yanında, kızıl renkli ve sarı renkli yıldız ya da gezegenleri seyrettik. Samanyolu bir bütün olarak çok net fark ediliyor ve bir sis bulutu gibi gökyüzünün büyük bir bölümünü uzunlamasına gölgeliyordu. Guruplar halinde yıldızları seyretmeye ve tanımaya çalıştık. Bir teleskopumuz olsaydı keşke. İki saate yakın bir süre yıldızlara daldık, hayaller kurduk, anılarımızı tekrarladık. Evrenin büyüklüğünü, dünyanın buna göre minicik olan boyutlarını konuştuk. Bir taraftan da Pasifik okyanusunun kendi evimize göre uzaklığını veya yaklaşmakta olduğumuz Yeni Zelanda'nın aslında çok da uzak olmadığını anlattık birbirimize. İzmir'den doğuya doğru neredeyse bir gün sürecek bir uçak yolculuğu ile varılacak menzile, biz, gemiyle batıya doğru giderek 70 günde dura kalka gelmiştik.

(Yarın: Bay of Islands, Yeni Zelanda, Yüzücü Köpek)

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
İZSU GENEL MÜDÜRÜ KÖSEOĞLU: SİYASET ÜSTÜ ÇALIŞIYORUZ
İZSU GENEL MÜDÜRÜ KÖSEOĞLU: SİYASET ÜSTÜ ÇALIŞIYORUZ
YILMAZ KARAKOYUNLU VEFAT ETTİ
YILMAZ KARAKOYUNLU VEFAT ETTİ