MUHARREM AYI VE KERBELA
Nevzat Dönmez

Nevzat Dönmez

MUHARREM AYI VE KERBELA

15 Eylül 2018 - 20:13 - Güncelleme: 15 Eylül 2018 - 20:22

Muharrem ayında Müslümanların yüreğini yakan en acı hatıra Emeviler döneminde, Hz. Hüseyin'in (r.a.) şehadeti ile sona eren Kerbela olayıdır.
Hz. Hüseyin, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) çok sevdiği, "Dünyanın iki çiçeği" ve "Cennet çocuklarının efendileri" diye övdüğü ve "Allah'ım, ben onları seviyorum, Sen de sev" diye dua ettiği iki torunundan biridir. Hz. Hüseyin'in siyasi ihtiraslar uğruna acımasızca şehit edilmesi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve onun Ehl-i Beytini seven bütün müminleri derinden yaralamış ve üzmüştür. 10 Muharrem 61 (10 Ekim 680)'de Kerbela'da gönül sızlatan elim olay şöyle gerçekleşti : Hz. Ali (r.a.) Hicri 40 yılının Ramazan ayında (661 Ocak ayı) maruz kaldığı bir saldırı sonucunda vefat ederken Kufeliler, Hz. Hasan'a biat etmek istediklerini kendisine söylediklerinde o, yönetimin babadan oğula geçişi demek olan hanedan usulüne sıcak bakmadı. Ancak Kûfeliler kendi hür iradeleriyle Hz. Hasan'a biat verdi. Hz. Hasan yönetimi devralmakla birlikte Muaviye'nin idari ve siyasi denetimi altında bulunan Şam tarafıyla, olması muhtemel bir savaşta pek çok masum müslüman kanının döküleceğini gördü. Bunun üzerine yönetimden Muaviye lehine feragat etti.
MUAVİYE BASKISI
Hz. Hüseyin'in Emevilerin siyasi icraatına ilk karşı çıkışı, Hz. Hasan'ın vefatının ardından Muaviye'nin, iktidarı kendi soyu ile devam ettirmek hevesine kapılması ve oğlu Yezid'i veliaht ilan ederek halkı zorla da olsa biate sevk etmesidir. Yönetimin babadan oğula aktarılması yöntemi o güne kadar Müslümanların uyguladığı siyaset geleneğiyle bağdaşmıyordu. Bu konuya sadece Hz. Hüseyin değil, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah , Hz. Zübeyr b. el-Avvam'ın oğlu Abdullah da karşı çıkmıştı. Bu önemli isimler, Muaviye'ye teklif götürdü. Fakat teklifleri kabul etmeyen Muaviye, oğlu Yezid'i halef bırakmaktan vazgeçmedi. Hicaz bölgesinde insanları biate zorladı. Muaviye öldükten sonra Yezid'in yönetime geçme süreci bu şartlarda başlamış oldu. Bu safhada Medine Valisine verilen talimatla Hz. Hüseyin üzerinde hemen biat baskısı kuruldu. Bu karışık ortamda takip altında şiddete maruz kalmaktan çekinen Hz. Hüseyin, bir gece Medine'den Mekke'ye gitmek üzere yola koyuldu, Hz. Hüseyin ve onun gibi baskıya boyun eğmemekte kararlı olan diğerleri Harem-i Şerif'e giderek Beytullah'a sığınarak baskıyı kırmayı düşündüler. Bu sırada Kufelilerden mektuplar gelmeye başladı. Kaynaklardaki ifadeye göre heybeler dolusu mektuplarda Hz. Hüseyin, Kufe'ye davet ediliyordu.
ELÇİLERİ KATLETTİLER
Bununla beraber o, bu konuda acele etmedi, amcasının oğlunu elçi olarak Kufe'ye gönderdi. Bir elçi de Basralılara göndererek onlardan da "haktan yana bir tavır ve zulme karşı bir duruş beklediğini" ifade etti. Ancak Hz. Hüseyin, Basra'ya ve Kufe'ye gönderdiği elçilerin başına gelenlerden habersizdi.
Buna karşılık, şehit edilmeden önce amcasının oğlu Müslim'in düzenleyip gönderdiği davetkar rapor, Hz. Hüseyin'in elindeydi.Elindeki mevcut rapordan yola çıkarak bundan sonra ne yapması gerektiğini yakınlarıyla istişare etti. Bu noktada Abdullah b. Ömer b. el-Hattab (r.a.), Abdullah b. Abbas (r.a.) ve Ebu Said el-Hudrî (r.a.) gibi Hz. Hüseyin'i, -Rasul-i Ekrem'in ehlibeytinden kıymetli bir emanet olduğu için- samimi hislerle seven çok sayıda seçkin sahabi, ona ve yakınlarına (ehlibeyte) bir zarar gelir endişesiyle bu yola düşmemesi ve Hicaz'ı terk etmemesi gerektiğinde ısrar ettiler.
KERBELA'DA ZÜLÜM
Ama Hz. Hüseyin'in Kufe'ye doğru yönelişinin asıl sebebi, üzerinde kılıç gibi dolaşıp duran Yezid yönetiminin şiddet ve baskısından uzaklaşmaktı.
Hayalinde ise "İradelere baskının olmayacağı, Kisra-Kayser yöntemini andıran tiranlıktan uzak, özgür iradeye önem verileceği, İslam'ın insan hayatına getirdiği hak ve adalet ölçülerinin sosyal hayata yansıyacağı bir idari hayat" vardı. Hz. Hüseyin, artık, dönüşü olmayan bir yola girmiş bulunuyordu.
Bu süreçte Kufe Valisi Ubeydullah b. Ziyad, Hz. Hüseyin'i durdurmak için Husayn b. Numeyr'i, o da 1000 kişilik atlı emniyet gücü ile Hürr b. Yezid'i görevlendirdi. Hürr'ün görevi, kafileyi çevre ile irtibatı olmayan, su-erzak temininin zor olacağı bir yerde tutmak ve sonuçta Hz. Hüseyin'i valiye teslim etmekti. Ama Hz. Hüseyin'in Yezid'e teslim olup biat ve itaat vermesi mümkün değildi. Çünkü ona göre ortada bir zulüm ve bu zulmü işleyen zalimler vardı. Zulme seyirci kalan, zalime destek vermiş olurdu. Bu durum karşısında Hürr, kafileyi ikinci bir emre kadar Kufe ve Hicaz yolları dışında başka bir istikamete sevk etti. Hz. Hüseyin'in kafilesi, su ve erzak temininde, ayrıca çevre ile irtibatta zorluk çekilecek bir yerde konaklamaya zorlandı.
Burası, Kerbela idi. (2 Muharrem 61) Bu arada Rey valiliğinden vazgeçemeyen Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas, yakın akrabasının onay vermemesine rağmen, valilikçe emrine verilen 4000 kişilik askeri birlikle Hz. Hüseyin'in hakkından gelmek sorumluluğuyla Kerbela'ya intikal etti.
Hz. Hüseyin, Ömer b. Sa'd'a üç alternatifli bir teklif yaptı: "Hicaz'a dönmeye izin verilmeliydi, Şam'a gidip Yezid'le bizzat görüşmesine imkan verilmeliydi veya bir sınır şehrine gitmeye müsaade edilmeliydi, bu takdirde oralarda ömrü boyunca din hizmetlerini yerine getirme gayreti içinde olurdu." Hz. Hüseyin'in taleplerini valiye iletildi. Vali, Hz. Hüseyin ve adamlarının alternatifsiz olarak biatinde ısrar ediyordu.
GECEYİ İBADETLE GEÇİRDİ
Hz. Hüseyin Kerbela'da dokuz muharremi on muharreme bağlayan geceyi sabaha kadar, ibadetle, Kur'an'la, zikir, dua, tövbe ve istiğfarla geçirdi. Öte yandan aile yakınlarının geri dönme ısrarlarını da kabul etmedi. Bunun üzerine çadırlar birbirine yaklaştırıldı, kadın ve çocuklar çadırlara yerleştirildi. Erkekler de çadırların çevresinde mevzilendiler. 10 Muharrem sabahı, bu şartlarda çarpışma başladı.
Çarpışmalarda karşı tarafın acımasızlığı had safhada idi ve giderek şiddetlenmişti.
Tabii ki Hz. Hüseyin'e karşı asla insaf ve merhametle bağdaşmayan orantısız güç kullanılıyordu. Bu süreçte Hz. Hüseyin cephesinde çok sayıda şehit verildi.
Bu acılara şahit olan Hz. Hüseyin, Yüce Allah'a şöyle yakarıyordu: "Allahım! Eğer gökten bir zafer ihsan etmeyeceksen, bunu daha hayırlı bir şeyin sebebi kıl ve bu zalimlerden sen intikam al!" İleri safhalarda, çarpışmanın Hz. Hüseyin çevresinde yoğunlaştığı görülüyordu.
Hz. Hüseyin susuzdu; Fırat'a doğru kılıç salladı, oğulları Ebu Bekir, Abdullah, Cafer, Osman gözleri önünde şehit düştüler. Hüseyin Fırat'a yaklaştı, fakat Husayn b. Numeyr'in attığı bir ok, boğazına isabet etti. Hz. Hüseyin, Allah Rasulü (s.a.v.)'nün torununa bunu reva görenleri Hak Teala Hazretlerine şikayetle çadırlara döndü. Bu esnada Emevi ordusunun komutanları arasında acımasızlığıyla tanınan Şemir, yaklaşık on adamıyla Hz.
Hüseyin ailesinin bulunduğu çadırı kuşattı.
Adamları da çil yavrusu gibi Hz. Hüseyin'e saldırdılar. Hz. Hüseyin, yaralı bir ceylan gibi yere düştü, şehadet şerbetini içti. Sinan b. Enes en-Nahaî, başını keserek Kûfe'ye götürülmek üzere Havaley'e verdi. (10 Muharrem 61/10 Ekim 680.)
33 MIZRAK
Bu sırada Hz. Hüseyin 57 yaşındaydı, bedeninde 33 mızrak, bir o kadar da kılıç yarası vardı. 23'ü ehlibeytten olmak üzere 72 şehit vardı. Karşı taraf 88 kayıp vermişti. Ömer b. Sa'd, ehlibeytten geri kalanları ve Hz. Hüseyin'in kesilmiş başını getirip İbn Ziyad'a teslim etti, o da Şam'da bulunan Yezid'e gönderdi.
KERBELA DERS OLSUN
Kerbela çöllerinde Sevgili Peygamberimizin gözbebeği Hz. Hüseyin ile 23'ü ehlibeytten olmak üzere 72 şehidin verilmesinde Küfelilerin büyük payı vardı. Söz vermelerine rağmen Hz. Hüseyin'i yalnız bırakan Küfelilerin(Yemenlilerin) yaptığı yanlış nedeniyle bugün Ortadoğu'da halen Irak, Suriye gibi ülkelerde kan ve gözyaşı dinmiyor. Bu zulmün cezası, geçmişten bugüne kadar çalkalanan Ortadoğu'da kan ve gözyaşı olarak kıyamete kadar sürecek. Tarihte yaşanmış ve geri dönüşü olmayan böylesi korkunç bir olayı değiştirmek elbette mümkün değildir. Ancak bize düşen bu korkunç olaydan gerekli dersi çıkararak fitne ve ayrımcılığın bir millete nelere mal olduğunu görmektir.

Dileğimiz yeni Kerbela'lar yaşanmasın. Nasıl ki, aşure; acısı, tatlısı ve ekşisiyle ortak bir tad oluşturuyorsa bizler de Lazıyla, Çerkeziyle, Kürdüyle, Türk'üyle ortak bir millet olarak aynı devlette yaşamasını bilelim. 

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar