NUKU’ALOFA, TONGA KRALLIĞI

NUKU'ALOFA, TONGA KRALLIĞI

Tonga Krallığı'ndayız... Kilisenin altı ise bir ilkokul. Teneffüs saatine denk geldiğimiz için bahçesi cıvıl cıvıl çocuk sesleri ve oyunları ile donandı ve biz bu çocuklarla fotoğraflar çektirdik.

14 Eylül 2019 - 19:27 - Güncelleme: 14 Eylül 2019 - 19:35

Nuku'alofa, Tonga Krallığı, Bir Garip Oğlan, Anne Domuza Bulaşma, Türk Polisi Yakalar, Kim Bu Yetene

 

29- NUKU'ALOFA, TONGA KRALLIĞI. 210 13’ Güney Enlemi, 1750 19’ Batı Boylamı

6 Mart 2019 Tonga Krallığının başkenti Nuku'alofa limanındayız. Hayret verici şekilde neredeyse deniz seviyesinde ve tepsi gibi dümdüz bir ada burası. Her taraf yeşil orman ve çiçeklerle kaplı ve adanın etrafı resiflerle çerçevelenmiş ama bu sefer bir dağ ya da tepe yok. Tüm ada sadece bir düzlükten ibaret. Tam ortası ise büyük bir lagün. Deniz bir açıklık bularak adanın tam ortasına girmiş ve çok büyük bir göl oluşturmuş. Tabii aslında bir göl değil bu, bir lagün ve denizin ta kendisi. Ancak denizle bağlantılı o açıklığı her yerden göremediğiniz için burasını bir göl gibi algılıyorsunuz. Asıl adanın etrafında çok küçük boyutlarda, tamamı ormanlarla kaplı ve her biri deniz seviyesinde en az 15-20 adacık daha gördük.

Hava parçalı bulutlu ancak hızlı bir rüzgâr esiyor. Sıcaklık her zaman olduğu gibi 26-28 derece civarlarında. Ticari limanın yaklaşık iki km uzağına müstakil bir cruise limanını 2011 yılında bitirmişler ve biz oraya demirledik. Tam karşımızda geniş bir bahçe içinde iki katlı oldukça büyük, kendisi beyaz çatısı kızıl kahve renginde kraliyet sarayı var. Ön bahçesi, kenarlarındaki süs çiçeklerini saymazsak tamamen çimle kaplı ve denize kadar geliyor. Yan ve arka bahçelerinde ise daha çok ağaçlar var. Arka tarafa ayrıca tek katlı bir bina ile büyük bir kamelya yapılmış. Saray, iki güvenlik elemanından başka sanki kimse yaşamıyormuş gibi sessiz ve sakindi.

Sarayın 500 metre kadar ilerisinde deniz kenarında orta büyüklükte bir mezarlık var. Her bir mezar çok büyük ebatlarda; bizim mezarların dört tanesinin toplamı kadar bir yere, tek bir mezar yeri yapılmış, üzerleri kümbet şeklinde çakıllarla belirlenmiş ve renkli plastik çiçeklerle süslenmiş. Bazılarında hafif bir mermer çerçeve ve haç vardı, çoğunluk ise basit çakıl yığını şeklindeydi. Bir tanesinin pano şeklindeki mezar taşında değişik İngiliz kadın ve erkek isimleri ve karşılarında 1830'lu yılların tarihleri yazılıydı.

Mezarlığın önünden itibaren taşlık bir kıyısı olan yine taşlık ve sığ bir plaj başlıyor. Gemiden bu plajın altın sarısı kumları var sanmıştık. Meğerse sarı renkli irice çakıllarla kaplıymış. Adanın asıl plajları güney tarafında yer alıyor. Biz ise kuzey tarafındayız. Aslında araçla 20-30 dakikada gidilecek bir mesafe ancak biz bu kez kasabayı dolaşmayı tercih ettik. Kuzey kıyılarını, adanın ortasındaki lagünü ve şehir içini gezdik.

Bildik haç şekilli kilise modeline benzemeyen, yuvarlak şekilli ve buraların sazdan damlı kulübelerini esas alan ancak çok büyük boyutlarda ve kalın ahşaptan yapılmış tavanı ve çatısı olan güzel bir kiliseyi gezdik. Tahta sıraları, binanın şekline uyumlu olarak oval şekilde dizilmişti. Bina iki katlı ve kilise ikinci katı oluşturuyor. Bu kilisenin altı ise bir ilkokul. Teneffüs saatine denk geldiğimiz için bahçesi cıvıl cıvıl çocuk sesleri ve oyunları ile donandı ve biz bu çocuklarla fotoğraflar çektirdik.

Kilisenin orijinal mimarisinin nedeni ise; 2017 tayfunu ile ada neredeyse yerle bir olmuş ve büyük kilise de kullanılamaz hale gelmiş. Bu nedenle Amerika ve Avrupa'daki değişik mezhepten kiliseler kendi aralarındaki mezhepsel anlaşmazlıkları bir kenara bırakıp ortak bir yardımla bu kiliseyi yaptırmışlar. Bu nedenle mimarisi ve iç tasarımı hiçbir mezhebe uymamış ve yerli kulübe yapısı esas alınmış.

Kasaba merkezinde çok sayıda erkek dilenci vardı ve yanınıza gelip bir dolar diye rahatsız edecek şekilde para istiyorlar. Bunların aynı zamanda uyuşturucu almış gibi duruşları ve hareket tarzları vardı. Bu adanın kava isimli bir ağacı varmış ve yapraklarından bir uyuşturucu içki yapılıyormuş. Sadece erkekler içebilirmiş, kadınlar içemezmiş. Hatta erkek çocuklar ergen olduklarında törenle bundan içerirlermiş. Sanırım bu uyuşturucudan kullanıyorlar. Batılı ilaç firmaları bu bitkiyi ilaç yapımında da kullanıyorlarmış.

Kraliyet mensuplarının İngiliz esintili heykellerle bezenmiş ve tam ortasında kocaman bir aslan heykeli olan müşterek anıt mezarlarını gördük. Postaneden büromuza kartpostal gönderdik. Bir kaffede mola verip kahve içtik. Sisi ve Megi isimli iki lise öğrencisi genç kızla birlikte fotoğraf çektirdik. Türkiye'den geldiğimizi öğrenince çok şaşırdılar ve kendi makineleri ile tekrar bu kez onlar için fotoğraf çektirdik.

BİR GARİP OĞLAN

Deniz kıyısında, 16 yaşlarında zayıf uzun boylu bir çocuk denizden bir şeyle çıkarıyordu, onu izledik ve sonra yanına giderek ne yaptığını sorduk. Birazcık zekâ geriliği var gibiydi ve muhtemelen okula gitmediği için İngilizce bilmiyordu. Zaten aynı saatlerde her tarafta okul formalı onun yaşında gençler varken o normal kıyafetlerle aylak aylak dolaşıyordu. Kara patlıcana benzeyen bizim deniz hıyarı dediğimiz canlıları topluyordu. Daha çok el kol işareti ile anlaşmaya çalıştık. "Yiyor musun" diye sorduk , anlayamadığımız cevaplar verdi, sonra sahil boyunca bizimle birlikte yürüdü, o sırada kıyıda balık tutan birkaç yerliyi göstererek deniz hıyarı konusunda bizim onu anlamadığımızı fark ettiğinden olacak, onları balık avında oltanın ucunda balık yemi olarak kullandıklarını anlattı. Sonra eline mızrak şeklinde bir sopa alıp denizin derin bir yerine atladı, mızrakla balık avlamaya çalışan hareketler yaptı ancak her seferinde mızrağının ucunu boş olarak suyun dışına çıkardı. Ağaçların ve bazı sarmaşıkların isimlerini bize anlattı. Çin elçiliğinin önünde geçerken oradan Amerika olarak bahsetti. Hoş ve gariban bir çocuktu. Onunla karşılaşmadan önce kartpostalın ödemesinin üstünü yerel para olarak almıştık bir iki dolar civarı bir bozukluktu, ayrılırken o parayı verdim, gülerek kabul etti, daha sonra köylere yolcu taşıdığını üzerindeki değişik isimlerden anladığımız bir minibüse binerek yanımızdan ayrıldı.

ANNE DOMUZA BULAŞMA

Buranın insanları, önceki ada insanları kadar şişman değil, daha normal kilolarda. Sokaklarında başıboş sokak köpekleri çok fazlaydı. Her iki Samoa adalarında da sokak köpekleri görmüştük. Ancak Hawaii ve Fransız Polinezyası adalarında görmemiştik. Burada bir de evcil domuz çok fazla. Serbestçe bahçelerde ot yiyorlar. Bir bahçede iki iri dişi domuzun ondan fazla yeni doğmuş çok küçük yavruları da vardı. Fotoğraf için yaklaşınca anne domuz hemen bize doğru dönerek üzerimize hamle yaptı biz de daha ileri gitmeyip durunca o da durdu, biz geri dönünce ise yavrularının yanına tekrar geri gitti. Bir kere daha gördük ki, bu dünyada anneler için yavrularının güvenliğinden önemli hiçbir şey yok ve yavruları için endişelenen bir anne domuzdan uzak durmakta fayda var. Pasifik adalarının en çok görülen evcil hayvanları olan tavuk ve horozlar burada da her evin bahçesinde serbestçe yemleniyorlar.

Bahçeler duvarsız veya çitsiz. Sadece sınırlarda ara ara sarmaşık veya yeşil çalı tipli çiçekli bitkiler sıralanıyor. Hindistan cevizleri her yerde, ayrıca hurma ağaçları ve manolya tipli değişik ağaçlar, papayalar, geniş yapraklı ve kocaman yeşil meyveli ağaçlar var. Her evin önünde ise mutlaka bir mango ağacı. Mango ağaçları bizdeki dutlar gibi çok büyük boyutlara ulaşabilen ağaçlar.

Bizdeki çitlembik ağacı şeklinde çok büyük bir ağaç sanırım son tayfunda tamamen devrilmiş. Devrik topraklı kök çevresinin yerden dik olarak ölçtüğüm çapı en az dört metrelik bir yüksekliğe ulaşıyor. Toprakla bağlantılı kısımlarını diğer sarmaşıklar ve küçük ağaçlardan göremedik ancak hala toprakla bağlantısı var ki yere yatmış ana gövdesi ve bu ana gövdenin on metrelik ucundan çıkan her biri birer bağımsız ağaç iriliğindeki ana dalları tekrar yeşil yapraklı olarak göğe yükselmiş ve uzunlukları neredeyse onar metreye ulaşmış durumda. Isı ve nem o kadar elverişli ki, ağaçlar devrilse de bir şekilde yaşamaya devam ediyorlar.

Pazar yerinde, yeşil dolmalık biberler, kırmızı küçük acı biberler, değişik salatalıklar, az miktarda domates, avokado, muz, değişik yeşil yaprak demetleri, kuru soğanlar ve bol miktarda bizim patateslere denk gelecek şekilde yuka ya da kassava denilen yumru ile tara isimli toprak altında çıkarılmış yumru köklü bitkiler vardı. Bir de kocaman ağaçlarda yetişen yeşil renkli greyfurt şekilli olan ancak haşlanarak ya da fırınlanarak yenen bread fruit (ekmek meyvesi) isimli meyve var ki pişmiş hali aynı bir patates şekli ve tadında. Bir de buralarda ilk kez rastladığımız yer fıstıkları vardı.

Marketlerde Çinlilerin hakimiyetini gördük. Buralarda market ticareti Çinlilerin elinde gibi. Küçük bakkal dükkânı tipindeki işyerlerinin önünü demir parmaklıklarla kapatmışlar, bunun arkasından mallarını satıyor. Çinli satıcılar bu şekilde bir güvenlik tedbiri uyguluyorlar. Ağaçtan yerel oyma sanatı ile yapılmış balık, kaplumbağa, balta, pala, mızrak, bir çemberin dörde üçü boyutlarına sahip ve ucu sivri çapa benzeri matau isimli silah ve maskeler satılıyor. Bir çeşit bitkiden elde edilen kalın kâğıt panolara da yerel motifleri boyayarak tablo olarak satıyorlar. Siyah, beyaz ve hafif sarı renkli inci, diğer Pasifik adaları gibi burada da oldukça fazla şekilde kültür yoluyla üretiliyor ve satılıyor.

Şansızlığımızdan olacak, kraliyet sarayına gitmemize rağmen kral ve kraliçeyi göremedik ama biz dışarıda iken onlar gezmek için gemiye gelmişler. Orta yaşlı kibar ve etrafa karşı ilgili bir çiftmiş ve kırmızı üniformalı koruma polisleri eşlik ediyorlarmış. Akşam gemi arkadaşlarımız bunları anlattı bize. Karşılaşıp birlikte fotoğraf çekilmek iyi bir anı olurdu ama kader kısmet diyelim bu şansızlığa. Bir ada ziyaretimiz daha bitti. Yarın denizdeyiz sonraki iki gün peş peşe Fiji'nin iki ayrı limanına demirleyeceğiz.

TÜRK POLİSİ YAKALAR

Denizdeki ilk günümüzde filmlere konu olabilecek ilginç bir polisiye olay gerçekleşti. Birlikte masa tenisi oynadığım Türk arkadaşım emekli polis müdürü. Buralardan aldığı pahalı bir güneş gözlüğü vardı. Birkaç gün önceki masa tenisi oynarken eşyalarımızı koyduğumuz yan masalardan birisinde unutmuş ya da çalmışlar. Çok üzüldü ve devamlı onu arıyordu. Bu amaçla o gün yanımızda olan herkese ve çalışanlara bu gözlüğü sorup duruyordu.

Bugün sevinç içinde yanıma geldi ve gözlüğümü buldum diye anlattı; Daha önce masa tenisi oynadığımızı söylediğim suratsız Fransız teyzenin iri yarı kocasından şüphelenmiş. Bazı kişiler de o adamı işaret etmiş aramaları sırasında. Bugün 14. kattaki masa tenisi bölgesi civarında bunları görünce direk bu ikisinin yanına gidip tamamen vücut dili ile, (çünkü bizimki sadece Türkçe, muhatapları ise sadece Fransızca biliyor), "ben seninle birlikte burada masa tenisi oynarken, kocan benim gözlüğümü almış, görenler var ve daha önemlisi geminin kameraları bu olayı kaydetmiş, sizi şikâyet edeceğim " diye anlatmış. Bunlar kıpkırmızı ve hiçbir şeye diyemeden öylece kalakalmışlar, sonra da kadın kocasına söylenmeye başlamış ve o halde yanından uzaklaşmışlar.

Birkaç saat sonra ise resepsiyondan bizim arkadaşa müjdeli haber gelmiş, "gözlüğünüz bulundu" diye. Şimdilik kimin resepsiyona bıraktığını bilmiyoruz ama her halde bu da ortaya çıkar. Hepimiz emekli polis müdürümüzü mesleki başarısından dolayı tebrik ettik; Eee! ne de olsa "Türk polisi yakalar" diye boşuna söylenmemiş.

KİM BU YETENEKLİ KADIN?

Bugün akşam üstü yetenek oyununda hoş bir sürpriz oldu. Oyun bir futbol topunu 10 metre uzaklıktaki sahnenin duvarına çarptırıp aynen bir bilardo topu gibi yine 10 metre çaprazına kurulmuş küçük kalenin arasından geçirmek üzerineydi. Hiçbir erkek başarılı olamadı. Oyunun sonlarına doğru ben sıranın tekrar bana gelmesi için beklerken Gülsüm oradan geçiyordu, dil kursundan yeni çıkmış ve bundan sonra ne yapalım diye konuşuyorduk. "Sen de sıraya gir, bir deneme yap" deyince, "ben topa vurmasını bile bilmiyorum nasıl yaparım" dedi, ısrarım üzerine sıranın sonuna geçti, biraz sonra sıra ona gelince çok düzgün ve yumuşak bir vuruş sonucu top, yavaş yavaş kalenin içinden geçti ve gol oldu. Alkış kıyamet içinde MSC logolu çok şık bir not defterini hediye olarak aldı. Ben de yanımda bekleyen ve 3 kez denemesine rağmen benim gibi başarısız olan İtalyan yarışmacıya "my wife" diye hava attım. Sonrasında "spor için küçük, Gülsüm için büyük" bu golü kutlamak için birlikte akşam çayı içmeye gittik.(Yarın: Sıfırdan Yüz Seksene ya da Dünyanın Diğer Ucuna)

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
İZSU GENEL MÜDÜRÜ KÖSEOĞLU: SİYASET ÜSTÜ ÇALIŞIYORUZ
İZSU GENEL MÜDÜRÜ KÖSEOĞLU: SİYASET ÜSTÜ ÇALIŞIYORUZ
YILMAZ KARAKOYUNLU VEFAT ETTİ
YILMAZ KARAKOYUNLU VEFAT ETTİ