KOŞULLU KORKUNUN KANITLANMASI


 Genellikle sosyal medya platformlarında veya nadiren haberlerde gördüğümüz üzere, bilim insanları deneylerinde hayvan kullandığında çoğu kişi bunu hoş karşılamıyor.

Ben de hayvanların deneyler için kullanılmasını desteklemiyorum. Hayvanların deneyler yüzünden fiziksel veya zihinsel acı çekmesini yanlış buluyorum.

Fakat 1920 yılında, "koşullu korkunun kanıtlanması" üzerine yapılan deneyde kullanılan denek bir hayvan değildi, 8 aylık bir çocuktu.

Deneyle ilgili haberin başlığı bile çok ürkütücüydü. Deneyden sonra çocuğa olanlarla ilgili söylentiler beni daha çok üzdü. Haberin başlığı ‘Bilim Dünyasının En Korkutucu Deneyi’ olarak geçiyordu. Deney için kullanılan denek, Albert adında bir çocuktu. Deney, Little Albert Experiment olarak geçiyor.

“Korku, insanda sonradan edinilen bir refleks mi yoksa doğuştan gelen bir dürtü mü?" Sorusunun başlattığı bu olaylar zinciri, Psikolog John Broadus’un hiçbir canlıya uygulanmaması gereken psikolojik bir deneye başlamaya karar vermesiyle başlıyor.

Başta sadece hastanenin kreşinde oynayan çocukları inceleyen Broadus’un ekibi, bir süre sonra kesin yanıtlar alabilmek için testler yapmaya karar verdiler.

Öncelikle buna izin verecek bir aile ararlar, 8 aylık sağlıklı bir bebek olan Albert’la bir deney tasarlarlar. Bu deney tarihteki en önemli psikolojik deneylerden biri olarak kabul edilir.

Deneyden önce Albert’a duygusal testler yapılır.

Minik bebeğe beyaz bir fare, tavşan, yanan kağıt parçaları, maske gibi ilk kez karşılaşabileceği nesneler gösterilir. Amaç, Albert’ın bunlara olan tepkilerini izlemektir.

Sonuç olarak Albert, gördüğü hiçbir nesneye karşı korku göstermez; her şeye gülümser. Duygusal testlerden sonra Albert'ı boş bir odaya götürülür.

Odada bez yatak haricinde hiçbir eşya yoktur.

Daha sonra yalnız bırakılan Albert'ın yanına beyaz laboratuvar faresi salarlar. Albert, fareden korkmadığı gibi, fareyi çok sever, yakalamaya çalışıp, güler.

Bir sonraki aşama, olayların asıl başladığı yerdir.

Albert ne zaman fareye dokunsa, iki demir/çelik çubuğun birbirine sürtülerek rahatsız edici, 8 aylık bir bebek için oldukça korkutucu olan bir ses çıkarır. Küçük çocuk korkarak ağlamaya başlar, ne zaman sakinleşip yeniden fareyle oynamaya çalışsa rahatsız edici sesi çıkararak Albert’ı korkuturlar, bu bir türlü işkencedir.

Deney sonucu Albert artık farelerden korkuyordur.

Eskiden gülüp yakalamaya çalıştığı fareler en büyük korkusu haline gelir.

Bilim adamları koşullu korkuyu 8 aylık bir çocuğun üzerinde kullanarak küçük Albert’ı derinden etkiler.

Deney günler sürer ve tekrarlanır.

Daha da ileri giden bilim insanları fare yerine tavşan, pamuk vb. objeler kullanır.

Birkaç tekrar sonrasında Albert, özellikle beyaz renkli, tüylü bir nesne görse ondan korkar, ağlamaya başlar ve kaçmak ister.

Artık çubukların çıkardığı sesler olmasa da Albert artık eskisi gibi korkmadan ve ağlamadan beyaz nesnelerle aynı odada duramıyormuş.

Vardıkları sonuçla yetinmeyen psikologlar, son olarak beyaz sakallı ve tüylü kostümler giyerek Albert’ın yalnız olduğu odaya girerler. Karşısında git gide büyüyen tüylü beyaz nesneler gören zavallı Albert’ın korkusu artık hafızasına tamamen kazınır.

1920’lerde yapılan bu deneyle bilim insanları koşullu korkuyu kanıtlar.

Bir şeyin kanıtlanması uğruna 8 aylık bir bebeğe yapılan işkenceler, ve deney sonrası onu iyileştirmedikleri için büyük tepki çekerler.

Albert’ın akıl sağlığını iyileştirmeye başlasalar bile, geçmişte bu deney yapılmış ve bir bebeğe bunun yapılmasına göz yumulmuştu. Hatalarını düzeltemediler fakat düzeltmiş olsalar bile yapılanlar sonsuza kadar kayıtlarda ve ‘Tarihin En Korkunç Deneyi’ olarak anılıyor.

Yazının başından beri ailesinin buna nasıl izin verdiğini düşünüyor olabilirsiniz.

Bir söylentiye göre Albert’ın annesi deneyin yapıldığı hastanede düşük gelirli bir bölümde çalışıyordu. Bu yüzden gelen teklifi çeviremedi,

Neler olduğunu öğrendiğinde  çocuğunu alarak çok uzaklara gitti.

Yine de hala bir annenin para için çocuğuna bunların yapılmasına izin verilmesi kabul edilebilir bir şey değil. Her şeye rağmen bunun bir söylenti olduğunu da unutmamak gerek.

Bazı verilere göre ise küçük Albert’in asıl adı Douglas Merritte. Kayıtlara göre, Douglas 6 yaşında beyinde su toplanması nedeniyle hayatını kaybetti.

Böyle bir deneye göz yumulması, sadece bir şeyin kanıtlanması için bir insanın zihinsel sağlığıyla oynamak, 8 aylık bir çocuğa bunu yapmak, insanı cidden sinirlendiriyor.

1920’lerde olan bir olay olsa da yine de bu zamanlarda yaşama ve insanların sağlığına saygı duymayan insanların olması beni kelimelere dökemediğim için çok sinirlendiriyor.

Herkesin yaşamına ve haklarına saygı duyulmalı ve bilim için bunlar risk edilmemelidir.