''20 BİN DOLAR İÇİN VATANIMIZI SATTIK''


İzmir'in Basmane semti.
Anafartalar caddesi.
Mezarlıkbaşı'ndan Basmane'ye çıkan tarihi bir cadde.
Tarihi oteller, yıkılmaya yüz tutmuş tarihi hanlar, hamamlar, tek tek meyhaneler, Asırlık camiler, barok süslemeli suyu akmayan onlarca çeşme, sebil ve şadırvan bu caddenin sağında, solunda yer alır...
Beş, altı yıldır İzmir'deki Anafartalar Caddesi ''Suriye Caddesi'ne'' dönüşmüş durumda.
Bir dükkanın vitrinine bakıyorum. Arapça yazılar, ürünler, çaylar...
Mekan sahibi orta yaşlı adam Arapça olarak, ''Suriye'nin neresindensin?'' diye soruyor.
''Türkçe konuşalım mı'' diye cevap veriyorum.
Ne aradığımı, neye ihtiyacım olduğunu soruyor. 
Gezdiğimi, caddenin değiştiğini, onun için bölgeyi incelediğimi söylüyorum.
Beni kendine yakın bulmuş olacak ki, ''Bir çay ısmarlayabilir miyim?'' diyor.
Çayı içerken, Suriye'den neden Türkiye'ye, İzmir'e geldiğini soruyorum.
Türkiye’de Türkçe eğitim almış oğlu da yanımıza ilişiyor.
Gözleri doluyor, dalıyor, başlıyor anlatmaya:
''Şam'a yakın bir ilçede yaşıyorduk. Evimiz vardı. Ailemiz genişti. Akrabalarımız çoktu.
Hepimiz esnaftık. Yedi- sekiz yıl önceydi. İlçemize yabancılar geldi. İngilizce konuşuyorlardı. Büyük bir ihtimalle Amerikalıydılar. Evi olanları tek tek ellerindeki listeden kontrol ediyorlardı. Yanlarında Suriyelilerin de bulunduğu yabancılar, 4-5 kişilik gruplar halinde bizlerle, kahvehanelerde konuşup evlerin kimlere ait olduğuna yönelik de bilgi ediniyorlardı. Sonra evi olanlara 20 bin dolar para teklif etmeye başladılar. Bu parayı rejime karşı başkaldırmamız için vereceklerini, 6 ayda yönetimin devrileceğini söylediler. Kiracı olanlara para vermediler. Biz önce kabul etmedik. Sonra baktık ki ilçenin çoğu parayı almış. Biz de ailecek katıldık. Beşşar Esad'ın devrileceğine inandırılmıştık. Yürüyüşler, gösterilere başladı. Hükumet binalarına saldırılar oldu. Suriye ordu güçleri, polisler müdahale etti. Çatışmalar büyüdü. Savaşa dönüştü, ben eşimi, annemi, babamı, üç kardeşimi, iki oğlumu toprağa verdim. Bir oğlum ve kardeşimle Hatay'dan Türkiye'ye giriş yaptık. Yolda insan tacirlerine 3-5 bin dolar verdik. Hatay, Adana, İstanbul'da dolaştık. Sonra Yunanistan'a geçmek için İzmir'e geldik. Adam başı 3 bin dolar'a anlaştık. Bizi minibüslerle virajlı, denize yakın bir yollardan geçirdikten sonra bir koya bıraktılar. Gece Botlarla Yunan adalarına kaçıracaklarını söyleyip gittiler, iki gün sonra jandarmalar bizi yakaladı. İzmir Göç İdaresi'ne teslim ettiler. Kamplarda yer olmadığı için Basmane semtinde yıkık dökük bir evde oda kiraladık. Orada kalmaya başladık. Cebimizdeki para bitmek üzereydi. 4-5 Suriye ile bildiğimiz işi yapma konusunda anlaştık. Fırında ekmek, bazlama, tırnaklı pide yaptık. Para kazandıkça, Suriye tatlılarını da işimizin parçasına dönüştürdük. İzmirliler bize sahip çıktı, alış veriş yapıyorlar. Kardeşim benden ayrılarak yanımdaki çay, hediyelik eşya ve ürünler satıyor.''
Çay biterken, gözleri kısılıyor. Sesi titremeye başlıyor: ''Keşke o 20 bin dolara kanmasaydık, ailemizi, ülkemizi kaybettik. Bir gün oralara yeniden dönmeyi umut ederek burada yaşama tutunuyoruz. O para, kanlı para, bizi yedi bitirdi. Her şeyimizi darmadağın etti, hayatlarımızı allak bullak etti.''
Çay sohbetinin üzerinden 3-4 ay geçmişti. 
Kafamda ‘’Ülkesini para için satanlar, yabancılara inananlar, kandırılanlar için tam bir ibretlik durum’’ diye geçirdim. 
Dün yine Anafartalar Caddesi'ndeydim. 
Suriyeli bu kişinin öyküsünü medya ile paylaşmasını isteyecektim. Komşularına sordum, kardeşi ve oğlunu alıp, iki dükkanı devredip Suriye'ye döndüklerini öğrendim. 
Öleceklerini bile bile Suriye'ye dönmeleri, vatan hasreti olabilir mi?

Ya da ülkelerini satmanın pişmanlığı...?