Agora yakınındaki tulumba


Çeşme’den fotoğraf sanatçısı Cevit Kürnek ağabeyim Facebook sayfasında Urla - Özbek Köyü tarlalarından görüntülediği su tulumbası fotoğrafını paylaşmış. Görünce aklıma İzmir’in göbeğinde, Basmane'de, Agora ören yeri yakınıda "aile evi" avlusundaki kuyunun üzerindeki döküm demirden tulumba geldi.

"Aile evi" dedim, şimdilerde bazı araştırmacı ve fotoğraf sanatçısı dostlarım bu tür İzmir evlerine "kortejo" adını veriyorlar… 1492 yılında İspanyol engizisyon mahkemelerinden kaçarak Türkiye’ye göç eden Musevi vatandaşlarımızın konuştuğu Ladino (İspanyolca-İbranice karışımı) dilinden Türkçemize hatıra bir sözcük.

Kortejo evleri dışa kapalı, içe dönük komün hayatının (ortak yaşamın) yaşandığı ya da yaşanmak zorunda kalındığı sığınma ve sığınak evlerin adıdır… Bizim Basmane - Agora çevresindeki kortejolarda yaşayan yoksul Yahudi vatandaşlarımızın sayısı 10 bini buluyormuş.

1948 yılında Filistin’de bir Yahudi devleti; İsrail kurulunca, bu vatandaşlarımız -sağlanan ücretsiz imkanları da dikkate alarak- bir kaç yıl içinde buraları tamamen terk etmiş. Onların boşaltığı bu kortejolara Ege’den İzmir’e iş aramaya gelen yoksul kasabalılar ve köylüler yerleşmiş…

Kortejolar genelde çok odalı, iki katlı yapılardı. Bu evler oda oda kiralanıyordu. Dışarıdan gelenler, İzmir’in kendilerine sunduğu iş imkanlarına şükrederek, ucuz konut ihtiyaçlarını da bu evlere kiracı olarak karşılayıp yaşıyorlardı… 

Aile evlerinin her bir odasında bir aile barınırdı. Anne, baba ve çocuklar bir arada, deyim yerindeyse koyun koyuna yatarlardı. Sabahın köründe aile büyükleri çalışma alanlarına dağılırken bu toplu yaşam alanı evlerde çocuklar ve yaşlılar kalırdı. Benim de bir dönem yolum bu mahallelerden, aile evlerinden geçti. 

Aile evlerinde genelde bir sessizlik hakim olurdu. Ta ki akşam mesai bitiminde çalışanlar bu sığınaklarına tekrar dönünceye kadar. İşten dönen büyükler doğru dürüst dinlenmeden yemek yapmaya koyulurdu… Önceleri ispirtolu ocaklar, daha sonra piknik tüplerinin ocaklarında pişen yemeklerin kokusu ortak kullanılan avluya yayılırdı.

Evlerin su ihtiyacı da ortak kullanılan kuyubaşındaki döküm demirden tulumbadan karşılanırdı. Tulumba aracılığıyla kuyudan kol gücüyle su çekilirken “ş akadak şakadak” diye çıkan ses evlerdeki konuşmalara fon oluştururdu… 

Su hayat demektir ya… Tüm evlerde yaşayanların içme - kullanma suyu ihtiyacı bu tulumbadan karşılanırdı. Hafta bir de kovalara doldurulan sular tek ve ortak bir banyo odasında ocaklarda ısıtılırdı. Evlerde yaşayanlar sırayla yıkanırdı. Hem kuyu suyu ücretsizdi… 

Daha sonraları belediyenin içme suyu şebekesi bağlansa da çoğu kimse şebeke suyuna pek yanaşmazdı! Çünkü ev sahibi az kullanan çok kullanana bakmaz herkesten belli bir para talep ve tahsil ederdi… O yüzden evdeki oda sakinleri kuyu suyuna talim ederler, su ücreti vermekten kurtulurlardı.

Aydınlatmada elbette elektirikten fayadalınılırdı. Ama elektirik de ortak harcamaya girerdi. Her odada 40 mumluk diye tabir edilen düşük enerjili ampuller takılıydı. Bazı odalarda ampul de yoktu, aydınlatma gazyağı lambalarıyla sağlanıyordu… 

Evlerde hemen her aile büyüğü kol gücüne dayanan işlerde çalıştığından erken yatıp istirahat ederdi. Bu yüzden elektirik sarfiyatı da çok az olurdu. Ortak tüketim az olduğundan, elektrik bedeli de küçük dilimler şeklinde pay edilirdi.

Gözlemlerimi anlattığım aile evleri, Agora ören yerinin kuzey sınırında yer alıyordu. Bu evlerin alt katında küçüklü büyüklü dokuz oda vardı. Avlu içinden iki bölüm halinde, içten dönülen tahta merdivenle ikinci katına çıkıldığında ise dört oda bulunuyordu. Evin sahibi aileye ait bir özel bölüm ile birlikte 14 yaşam alanına sahipti. 

Bu aile evinde ortalama 30 kişi birlikte ikamet ederdi. Odaların hiç birinin dışa açılan penceresi yoktu. Tüm penceler iki katlı evin avlusuna bakardı. Avlu tüm bireylerin ortak kullanım alanı ve önemli duyuruların, kararların ilan edildiği yerdi.

Bu toplu yaşam evinde kalanlar ar sahibi, namusuna düşkün insanlardı. Kimse kimsenin karısına, kızına yan gözle bakmaz, kardeşlik duygusuyla soluk alıp verirdi. Hırsızlık olayı ise hiç mi hiç olmayan ve düşünülemeyen bir çirkinlikti.

Evin avlusuna bakan bir mutfak ve çamaşırlık alanı bir banyo odası, iki de ortaklaşa kullanılan tuvalet vardı. Heepsi de bir kuyu üzerindeki döküm demirden tulumbadan alınan suya bakardı. 

Tulumbadan kol gücüyle çekilen kuyu suyu, burada yaşayan 30 kişinin tek su kaynağıydı. Tulumbanın takılı olduğu kuyunun suyunun nerden, nasıl geldiğini ev sahibi bile bilmiyordu. 

Tulumbayla çekilen kuyu suyunun belediyece veya Hıfzısıhha yetkililerince denetlendiği hiçbir zaman görülmedi. Öte yandan, içilen bu kuyu suyundan zehirlenen, hastalanan da olmamıştı.

Bu kargir evin hangi tarihte yapıldığını ve kimler yaptığına dair bilgi de yoktu. Ev sahibinin anlattığına göre, evi 1950’lerin başında bir Musevi İzmirli'den 1200 liraya satın almıştı. Evin eski sahibi 800 lira peşin 400 lirada taksitle konutunu satıp İsrail’e göç etmişti. 

Evlerin bulunduğu sokağın çoğu sakini yeni bir ülkeye göç edince, hafızaları, hatıraları, yaşanmışlıklar yok olmuştu… Aile evlerinin yeni sakinleri ise İzmir metropolünde yağmurdan, sıcaktan başlarını sokacak bir güvenli yaşam alanından gayet memnunlardı.

Daha sonra kalabalıklaşan aile evlerinin sakinleri de zaman içinde biriktirdikleri paralarla genellikle gecekondu semtlerinde imarsız, kaçak yaptıkları evlere taşındı. Bazıları da İzmir’de 1970’li yıllarda boy gösteren apartman dairlerine göç etti. 

Zaman içerisinde sokağın tüm aile evleri bir bir boşaldı. Evler seyyar satıcıların hurda toplayıcılarının depoları olarak kullanıldı. Daha sonrada Agora ören yerinin komşuları olmasından dolayı kamulaştırılıp yıkıldı.

Agora Ören yeri kazıları işte son yıllarda bu aile evlerinin alt tabakalarından çıkarılan buluntu eserlerle İzmir kentinin binlerce yıllık geçmişine ait izlerin eserlerin televizyon ve gazetelere haber oluyor. Anlattığımız aile evinin kuyusu da üzerindeki döküm tulumbası da artık yerinde yok.

Bu kuyuyla aynı kaynaktan beslenen su, Agora’nın alt galerisinde akmaya devam ediyor. Akar çeşmenin alınlığında "Symirna Çeşmesi" yazılı. Ziyaretçilerin başında bol bol hatıra fotoğrafı çektirdiği çeşmenin üzerinde "Bu su içilmez" uyarısı yer alıyor.