SİCİLYA, İTALYA, YANARDAĞ KENARINDA


SİCİLYA, İTALYA, YANARDAĞ KENARINDA

Akdeniz Günleri, Heraklion, Haremlik Selamlık Suffleboard, Çapkın Koca Tarihinin Yüz Karası

 

AKDENİZ GÜNLERİ

 

28 Nisan Pazar günü, Akdeniz'in güneyinde, kuzey batı yönünde Girit'e doğru yol alıyoruz. Deniz dalgasız, hafif bir rüzgâr var ve hava sıcaklığı sabah 18 iken öğlen 26 derecelere ulaştı.

Bugün Akdeniz tembelliği yaptık, yataktan kalktıktan hemen sonra doğruca gittiğimiz kahvaltıyı saat onu geçerek bitirdik. Elimde sütlü kahvem olduğu halde açık havuz bölgesine gittiğimde, yolcuların en çok rağbet ettiği ve katılmak için uzun kuyruklar oluşturduğu oyun başlamıştı. Bu kez bowling benzeri bir oyun oynanıyor. Değişik boylardaki 10 adet dolu su şişesi kendi aralarında küçük bir üçgen olacak şekilde dizilmiş ve 7-8 metre ileriden elle attığımız bir voleybol topu ile en fazla şişeyi deviren ödül kazanıyor. Onar dakikalık üç periyot halinde sırayla atılıyor ve o periyotta en fazla şişe deviren bir kişi kazanan olup tişört ödülünü kazanıyor. Ben sıranın sonuna girdiğimde ilk periyotun sonlarına gelinmişti ve karı koca geminin maskotları haline gelen çok tatlı İtalyan çiftin kadın olanı beş şişe devirerek şampiyon ilan edildi.

 

 

Bu kadın, 160 cm boylarında ve en fazla 50 kilo civarında, eşi ise iri kıyım birisi. İkisi de çok neşeli ve her girdikleri yerde kadının güler yüzlü konuşkanlığı ve adamın yüksek sesli şakaları ile tanınıyorlar. Kadın her karşılaştığımızda Gülsüme sarılır ve öper, benimle de çaak! yapar. Oyunlar sırasında animatörler erkek olana mutlaka sırnaşırlar, örneğin topa tam vuracakken önce onlar yandan topa değerler ve ıska geçmesini sağlarlar ya da hedefteki objenin yerini o topu attıktan sonra değiştirerek onun boşa atmasına neden olurlar. O da her seferinde ayağından çıkardığı terlikle animatörü kovalar veya terliğini onlara fırlatır. Şaka burada bitmez bu kez adamcağızın fırlattığı terliğini alıp bir yerlere saklarlar. 70 yaşlarındaki bu tatlı insanların isimleri animatörlerin deyişi ile "baba" ve "mama" olarak biliniyor.

İkinci periyotta sıra bana gelince 6 şişe devirerek ilk sıraya yükseldim ama periyotun sonuna doğru bir Fransız erkek de 6 şişe devirince ikimiz arasında özel bir final yapıldı; bu kez ben 3, rakibim 4 şişe devirince kazanan o oldu.

Son periyotta, sıranın sonlarında idim. Bir Çinli kadın sıra bana gelinceye kadar 5 şişe ile liderdi ve ben de 5 şişe devirerek ona ortak oldum, başkaca kişi bu sayıya ulaşamayınca yine ikimiz arasında ilave final yapıldı. Bu kez Çinli kadın hiç deviremedi, ben ise iki şişe devirerek son ödülü kazandım.

Öğleden sonra iki Türk aile 13. kat yan güvertesinde suffleboard oynamaya hazırlanırken, bizim gibi iki çift daha geldi. Tek bir oyun sahası olduğu için onlarla karşılıklı iki takım olarak oynamayı teklif ettik. Bunlar Fransız aileler imiş. Kadınlardan birisi ise Fransız asıllı Kanadalı. Karı koca çok gırgır insanlar. Ortaya bir milyon dolar ödül koyduk. Diski hızlı fırlatınca, "öğlen çok yemek yedim", hafif fırlatınca "bugün hiç yemek yemedim”, yanlış yere fırlatınca "öğlen çok içtim" deyip deyip kahkahalar atıyorlar. Atış öncesi, moral olarak birbirlerini öpüyorlar ama kötü atış sonucu da dövmek için kovalıyorlar. Ben de kadının her atışı öncesi, bunların bağımsızlık özlemlerine atfen "Viva Quebec Republic" diye tezahürat yapıyorum. Bu çok hoşuna gidiyor. Maçın sonu biz Türkler için kötü bitti. Fransızlara, 10-7 yenildik. Tabii ki, çamura yatıp 1 milyon doları ödemedik.

 

47- HERAKLİON(KANDİYE), GİRİT, YUNANİSTAN. 350 33’ Kuzey Enlemi, 250 14’ Doğu Boylamı

 

29 Nisan 2019 Pazartesi. Bizim Kandiye dediğimiz Heraklion limanına bağlandık. Etrafımızda, Yunan adaları arasında seferler yapan birçok Yunan yolcu gemisi var. 20 dakikalık bir yürüyüşle tarihi surlarla çevrili şehir merkezine geldik.

 

 

Dükkanlar daha yeni yeni açılıyor. Etraf oldukça sakin. Tam merkezde, küçük bir yat ve balıkçı limanı bulunuyor. Denize bakışa göre sol tarafı denizin içindeymiş gibi duran bir kale ile kaplı. Bu kalenin tam karşısında içeriye diklemesine giren cadde ana merkez konumunda. Hediyelik eşya satan dükkanlar ile giyim mağazaları çoğunlukta.

Orta noktada, önü küçük bir meydan olarak düzenlenmiş bir kilise var. İçini dolaştığımızda, eski bir Türk Camisinden kiliseye çevrilmiş olduğu anlaşılıyor. Biraz ileride yine bir Osmanlı binası, bir devlet dairesi şeklinde hizmet veriyor. Yolun ortasında, ağızlarından sular akan aslan heykelli ve fıskiyeli bir havuz var. Bunun etrafı daha çok kafelerle çevrili.

Yan tarafındaki caddeden denize doğru ilerleyince, hükümet meydanı şeklinde daha büyük binalarla çevrili araç trafiğine açık bir başka meydana geliniyor. Burada iki ayrı heykel var. Birisi Venizelos'un heykeli, diğeri ise 1912-1922 yıllarındaki savaşlarda çarpışan Yunan Meçhul Asker heykeli. Bu askerin, Türkler ile Yunanlılar arasında Balkan Savaşı ile başlayıp 10 yıl boyunca süren ve en sonunda 9 Eylül 1922'de İzmir'de sona eren savaşları temsil ettiği anlaşılıyor. Son zafer bizim olsa da 1912 yılına göre toprak kaybı açısından Türklerin bu savaşı kaybettiği anlaşılıyor. Ancak, bizim gibi daha sonra doğan Türkler için en büyük kazanç, toprak kaybından daha önemli sonuçları olan Anavatanın kurtuluşu, özgürlük ve bağımsızlığın sağlanması, köhne bir Sultanlıktan modern bir Cumhuriyete geçiş ve laiklik ilkesi ile sembolleştireceğimiz aydınlanma çağına girmiş olmamız. Yunan meçhul asker heykeline bakarken, başta Atatürk olmak üzere vatanımız için savaşan, canları başta olmak üzere her şeylerini bu millete feda eden, şehit ve gazilerimizi bir kez daha minnet ve şükranla andım.

Şehir merkezi, tarihi surlarla çevrili ve bu surlara paralel ilerleyen yeşillikler içinde bir yürüyüş yolu ve hemen yanında bir araç yolu var. Surları merkeze alıp bazen içinde bazen dışında rahat bir tempo ile tüm bölgeyi dolaştık. Daha sonra denize inerek, sahil boyunca yürüdük. Tarihi veya doğal bir güzellik yok gibi. 20-30 yıllık normal binalarla dolu bir şehir burası. Akdeniz aynı zamanda turizm anlamına geldiği için sahil içkili mekanlarla dolu. İki ayrı müze ise, bugün pazartesi olduğu için kapalıydı.

 

 

Öğlen saatlerinde, gemiye geri döndük ve bu kez otobüslerle bu adanın antik yerleşim yeri olan Knossos Sarayı harabelerine gittik. Knossos, Avrupa kıtasının en eski şehri. Yine Avrupa'nın korunmuş olarak kalan en eski yolu da burada. M.Ö.100'li yıllarda yaşayan Minosların şehri. Yerleşim yerlerinin tamamı ancak temeller seviyesinde bugüne kalmış bir harabelik. Ancak, önemli yapıların bir kısmını son yüzyılda biraz taştan daha çok betondan tamamlamışlar ve orijinal zamanlarının renk ve desenleri ile boyamışlar. Bu şekilde, Knossos Sarayı orijinal hali ile değil son yüzyılda üretilmiş sahte yüzü ile görünüyor. Gezi alanı çok büyük bir bölge oluşturmuyor. Antik şehrin içme suyu kuş uçumu 10 km kadar uzaklıktaki, bizim de oradan gördüğümüz yüksek bir dağdan pişmiş topraktan yapılmış borularla şehre getirilmiş ve bu su hattı kısmen de olsa görünüyor. Knossos sarayı, bana çok da güzel gelmedi. Ülkemizde ya da Yunanistan'daki diğer antik şehirlere göre çok daha zayıf.

 

 

Otobüslerle tekrar Kandiye şehir merkezine geldik. Sabah, saatlerinde gördüğümüz meydan ve sokakları bu kez daha az yürüyüp daha çok oturarak bir kez daha yaşama fırsatı bulduk.

 

 

 

HAREMLİK SELAMLIK SUFFLEBOARD

 

30 Nisan Salı günü Akdeniz'de yol alıyoruz. Üç Türk aile olarak suffleboard oyunu oynadık. Haremlik ve selamlık takımlar olarak erkekler kadınlara karşı, çok çekişmeli, bol esprili, biraz da soğuğa yakın rüzgârlı bir havada üşüyerek geçen oyunda, ilk seti kadınlar, ikinci seti erkekler kazandı. Akşam yemeğinin yaklaşması ve soğuğun artması sonucu final seti tam olarak oynanmadı bu şekilde kazanan kaybeden kavgası yaşanmadı.

ÇAPKIN KOCA TARİHİNİN YÜZ KARASI

Bu akşam komik bir olay yaşadık. Akşam yemeğinden sonra 7. kattaki barda otururken bir ara Gülsüm resepsiyona gitmişti. Yalnız başıma müzik dinlerken bizim yaşlarda iki kadın yanıma geldi. Bana, sanki daha önce tanışıyormuşuz gibi samimi bir şekilde Fransızca bir şeyler anlatmaya başladılar. Anlamadığımı söyledim. İkisi de Fransız'mış, biri İngilizce bilirken, diğeri hiç bilmiyormuş. Beni İtalyan sanıyorlarmış. Benimle ilgili fotoğraf ve videolardan bahsettiler. Ancak bir türlü onları anlayamadım. Biraz sonra Gülsüm’ü giriş kapısında gördüm, yanına gidip, durumu anlattım ve Fransız kadınların yanına götürüp; "benim karım" diye tanıttım. Gülsüm de "kocama bir şeyler söylemişsiniz, sizi anlamamış, bana anlatır mısınız" deyince, her iki kadının yüzleri dondu kaldı, kırmızıdan beyaza doğru renkleri attı, birbirlerine baktılar, Fransızca bir şeyler mırıldanıp yanımızdan ve bulunduğumuz bardan ayrılıp gittiler. Biz de jeton o anda düştü. Gülsüm, "bu kadınlar seni gözlerine kestirmiş, dua et seni kurtardım" derken, ben, "kurtarıldığıma" sevineyim mi üzüleyim mi karar veremedim.

Messina, Sicilya, İtalya, Yanardağ Kenarında

48- MESSİNA, SİCİLYA, İTALYA. 380 20’ Kuzey Enlemi, 150 56’ Doğu Boylamı

 

1 Mayıs 2019 İşçi Bayramı. Tüm işçilerin ve emekçilerin bayramı kutlu olsun. Gemimiz, Messina şehrinin tam ortasında ve sahil yoluna bir otobüs gibi park etti. Burası, Mafya yatağı Sicilya Adası. Ana kara ile bu ada arasında çok kısa ve dar bir boğaz var. Akdeniz'in güney ve doğu taraflarından gelip, İtalya'nın batı limanlarına gidecek gemiler bu boğazdan geçtiği için çok hareketli bir deniz trafiği göze çarpıyor.

Gemiden çıkar çıkmaz, kendimizi Messina'nın şehir merkezindeki büyük Kilise'nin önünde bulduk. Tatil günü olduğu için her yer kapalı. Herhangi bir gösteri, kutlama ya da miting yok ancak 4-5 araba dolusu polis meydanın bir köşesinde kümelenmiş vaziyette. Kilisenin tavan işlemeleri çok renkli ve güzel. Bir gün sonra Roma sokaklarında gezerken girdiğimiz orta büyüklükteki ismi pek bilinmeyen sıradan bir kilisenin de tavan işlemeleri aynı şekilde renkli ve çok hoş görünüyordu.

 

 

Messina Kilisesinin yanında çok büyük bir saat kulesi var. Her saat başı, dış cephelere açılan boşluklara yerleştirilmiş metal insan ve hayvan objeleri hareket ederek kulenin etrafında dönüyorlar. Biz seyrederken insan figürleri vardı, daha sonraki saatlerde aslan kükreyerek çıkmış ve bir başka saatte ise horoz öterek kendini göstermiş. Horozu görmedik ancak aynı anda birkaç sokak ötede olduğumuzdan ötüşünü çok net olarak duyduk ve bunu gerçek bir horoz sandık.

Messina , tipik Akdeniz kıyısındaki İtalyan şehirlerinden birisi. Ortadoğu’nun ya da Uzakdoğu’nun yeni yetme şehirleri gibi gökdelenleri yok. Tüm binalar, tarihi ya da tarihi görünümlü. Kıyıdan itibaren tepeler ve dağlar birbiri ardınca yükseliyor. Şehir, bu dağlara doğru yükselerek büyümüş. Her tepede ayrı ve büyük bir kilise görünüyor. Biz, en büyük ve görkemli olanına doğru gitmek için şehir içindeki sokaklarda yürüyerek tepeye tırmandık.

Kilisenin önünden tüm şehir ve liman çok güzel görünüyor. Gemimizin olduğu limanın deniz tarafı dalgakıran ile kapatılmış ancak bu dalgakıran bir taş veya beton seti halinde değil. Üzerinde oldukça fazla miktarda ağaç ve bina olan doğal bir görünüme sahip. Limanın ağzında çok büyük ve tarihi bir deniz feneri bulunuyor.

 

 

Kilisenin bulunduğu tepenin diğer tarafından yürüyerek sahile indik ve gemiye sırtımızı vererek, bazen deniz kenarında bazen 2. kordon şeklindeki içerdeki paralel caddede yürüyüş yaptık. Büyük bir manavdaki taze baklalar ve enginarlar, İzmir özlemimizi tetikledi. Şehir genel olarak zengin ve güngörmüş bir yapıda ancak, sokaklar, kaldırımlar ve meydanlar pislik içindeydi. Özellikle, köpek pislikleri her yerdeydi. Denize bakan bir parkın ortasında kocaman deniz tanrısı Poseidon heykeli dikilmiş ve ilk ve tek 1 Mayıs toplantısına orada rast geldik.

Yaklaşık 80-90 kişi, ellerinde İtalyan bayrakları ve bazılarının önünde çaprazlama İtalyan bayrak renkleri olan beyaz, kırmızı, yeşil bantlar vardı. Konuşmacının hoparlör ile yaptığı konuşmayı sessizce dinliyorlardı. Başkaca bir siyasi simge, pankart ya da bayrak göremedim.

 

YANARDAĞ KENARINDA

 

Gemimiz, en kısa süreli konaklamayı burada yaptı ve öğlen 14.00 da limandan ayrıldık. Asıl sürpriz iki saatlik yoldan sonra geldi; Stromboli yanardağı. Denizin ortasında bir konik şeklinde sipsivri çıkmış. Gemimiz oldukça yanından geçti. Gemiden gördüğümüz yamaçlarda küçük bir köy varken tam zıt taraftaki yamaçlarda ve oradaki kısmi düz sahilde daha büyükçe bir yerleşim yeri görülüyor. Kıyıları, dik yamaçlar şeklinde denizden yükseliyor ve tamamen çorak bir kayalık dağ. Tepesi, V harfi şeklinde oyuk ve bu volkanik özelliğini gösteriyor. Daha önemlisi, tepesinden kısa aralıklarla koyu gri siyah tonlarda duman püskürtüyor. Biz, yaklaşık bir saat boyunca tam önünde seyrettik ve defalarca bu duman püskürmesine tanık olduk. Genelde bizim geldiğimiz yerlerde bizden sonra kötü olaylar yaşandı, bu nedenle gemi yolcuları olarak "birkaç güne kalmaz bu volkan patlar" diye karşılıklı espriler yaptık. (YARIN:Civitavecchia, Roma, İtalya)