DUBAİ'DE ÇÖLÜN ORTASINDA DA BU YAPILMAZ Kİ...!!!

Çölün ortasında Gülsüm’ü sırtıma alıp dilim dışarıda taşıdım, çölde kaybolmuş gibi kumlarda süründük


DUBAİ'DE ÇÖLÜN ORTASINDA DA BU YAPILMAZ Kİ...!!!

ARAPLAR ARASINDA

Arap dünyasına doğru giderken ilk günümüz, etrafımızda defalarca görünen yunus sürülerinin şovları ile geçti. Geminin bitişiğinde ve suyun hemen altında yüzdüklerini gördüğümüz gibi gemiden biraz uzaklaşınca, ikişerli üçerli olarak bata çıka yüzmelerini, havaya sıçramalarını, burgu yaparak tekrar denize dalmalarını seyrettik.

Suffleboard isimli oyunu ise ilk kez oynamaya başladık. Üçerli ya da dörderli iki takım halinde, elimizdeki ucu diski kavrayan bir açıklığa sahip sopalar ile yerde kayan diskleri iki metre ilerde yine yere çizilen üzerinde rakamlar olan karelere sokmaya çalışıyoruz. En fazla sayı toplayan takım galip geliyor. Sadece kendi diskini kaydırarak en yüksek rakamın olduğu kareye sokmak marifet değil aynı zamanda sizden önce atış yapan rakip takımız diskine çarparak onu sayılı bölgenin dışına atmak amaçlanıyor. Her bir takımın oyuncusu sıra ile birer atış yaptığı için en son atış yapan takım avantajlı oluyor ve genelde o partiyi kazanıyor. İstisnalar ise oyunun kazanını belirliyor. Bu nedenle tenisteki gibi her partide periyodik olarak ilk atış sırası değişiyor ve toplamda en çok parti kazanan takım, oyunun galibi oluyor. Akşam yemeğinde komşu masamızda oturan Avusturyalı, Alman ve İsviçreli arkadaşlarla birlikte oynadığımız bu oyun genelde günün en son aktivitesi olarak yapıyor sonra da akşam yemeğine gidiyoruz.

Hint Okyanusundaki 2. günümüzde sakin bir denizde seyrettik. Guruplar halinde oynadığımız oyunlar, spor, kitap ve bolca yeme içme ile geçen günün sonunda akşam, sohbet ve müzik eşliğinde oturduğumuz şık salonlarda ya da açık güvertede artık dolunaya yaklaşan mehtabı seyretmekle geçti.

Hürmüz Boğazına yaklaştığımız 3.günün başlangıcında deniz birden bozdu; rüzgâr şiddetlendi, hava kapattı ve yağmur başladı. Günün tamamında şimşekler eşliğinde gök gürültülü yağmur yağdı. Ara sıra yağmuru hissetmek için güverteye çıkmalar dışında salonlarda değişik uğraşlarla zamanı değerlendirdik.

42- DUBAİ, BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ. 25.20 Kuzey Enlemi, 55.20 Doğu Boylamı

15.4.2019 pazartesi sabahı Dubai'nin gökdelen ormanı bize yeni doğan güneşle birlikte günaydın diyor. Uzaktan bir mızrak başı gibi görünen Burç Halife, tüm gökdelenlerin en az iki misli daha yüksekte. Limana çıktığımızda saat 10.00 olmuştu. Burada bir gece iki gündüz kalacağımız için ilk günümüz ve akşamını çöl safarisine ayırdık. Eşi katılmadığı için tek olarak bize yoldaşlık edecek Türk kadın arkadaş ve iki çocuklu Litvanyalı bir aile ile birlikte Toyota 4X4 marka kocaman bir araç ile çöle doğru yola çıktık. Şoförümüz genç bir Pakistanlı.

Abu Dabi dahil BAE'de kaldığımız üç günde çok sayıda şoför ve esnaf ile tanıştık ve konuştuk. Tamamına yakını Pakistan, Hindistan ve Bangladeşli Müslümanlardı. Filipinli ya da Nepalli gibi değişik ülkelerden gayrimüslim çalışanlarla da tanıştık. Ancak ilaç niyetine bir tek bu ülke vatandaşı Arap görmedik. Müslüman çalışanların tamamı Türk olduğumuz öğrenir öğrenmez Recep Tayyip Erdoğan'ı (RTE) övmeye ve ona olan beğenilerini anlatmaya başlıyorlar. Nedenini sorduğumuzda "İslam'ın lideri, büyük başkan veya süper lider" gibi tanımlar kullandılar. Ayrıca, Nyanmar/Arakan'daki Müslüman katliamına gösterdiği tepkiyi hatırlattılar. RTE hayranlığı gemideki Avrupalılarla konuştuğumuzda ise tam tersi bir kızgınlığa dönüşüyor. Yaklaşık dört aya yaklaşan gezi boyunca insanlar arasında samimiyet ilerliyor ve daha rahat konuşmalar yapılıyor. Bu nedenle tanış olduğumuz Avrupalılar artık daha açık olarak RTE'na olan hoşnutsuzluklarını belli ediyorlar ve daha önce ülkemize gelmelerine rağmen artık onun döneminde Türkiye'ye gelmeyeceklerini söylüyorlar.

LİTVANYALILARLA ÇÖLDEYİZ

Pakistanlı şoförümüz RTE'ı, öve öve bizi şehir dışına çıkardı ve otoyolun iki tarafı çöl haline geldi. Bir saati aşan bir süre sonunda yoldan çöl içine saptık. İlk başta kısa bir stop yaparak dört lastiğin havalarını indirdi sonra da kum tepelerine doğru güzel ve lüks arabasını acımasızca sürdü.

Kum tepelerine hızlıca çıkıp iniyor, tepe yamaçlarında yan yatarak ilerliyor, düzlüklerde hız yaptıktan sonra tekrar tekrar tepelere çıkıyor ve iniyor. Litvanyalı ailenin 11 yaşındaki kızı ve 9 yaşındaki oğlu çığlık çığlığa bağırıyor, biz büyükler sert inişlerde veya yan yatışlarda ooooo! diye sesler çıkarıyor sonra da hep birlikte gülüyoruz. Kaptan pilot ise ara ara bize dönüp "good, good?" diye soruyor.

Daha sonra çölün ortasında bir çalı dibine oturmuş geleneksel beyaz entarisi ile bir Arap'ın yanında durduk. Arap'ın elinde kocaman bir şahin var. Para karşılığı şahini kolunuza ve başınıza koyuyor ve fotoğraf çektiriyor. Arkamızdan iki araba dolusu Hintli aileler geldi. Kum tepeleri arasında kendi başımıza yürüdük. Fotoğraf pozu için Gülsüm’ü sırtıma alıp dilim dışarıda taşıdım, çölde kaybolmuş gibi kumlarda süründük.

Bu arada, Litvanyalı koca karısını omuzlarının üstüne aldı ve o şekilde pozlar verdiler. Bizim Türk arkadaş, "sen eşini sırtına aldın bak o, omzunda taşıyor" derken nazarı mı değdi nedir, Litvanyalı kadın çok kötü bir şekilde sırt üstü yere düştü. Yere yapıştığı sırada bayağı kötü bir ses geldi. Hepimiz korktuk, bir yeri kırıldı diye. İki-üç dakika hareketsiz olarak yerde kaldı, yüzü kireç gibi oldu. Kocası ve çocukları da aynı şekilde. Sonra yavaş yavaş kendisini toparladı, beş dakika kadar kendi başına oturdu ve yürüdü. Ondan sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi yine pozitif bir ruh hali ve gülen yüzü ile safariye kaldığı yerden devam etti.

Bu Litvanyalı aile herkesin çok sevdiği ve takdir ettiği insanlar. Gemideki nadir genç ve çocuklu ailelerden. Birbirlerine karşı çok sevgi dolular ve devamlı birlikte birçok aktiviteye katılıyorlar. Kadının yüzünden tebessüm eksik olmuyor. Şık kıyafetleri içinde, uzun sarı saçları, beyaz teni ve mavi gözleri ile etrafa gülücükler saçan bu güzel kadın tüm bakışları kendisine topluyor ama o hiç kimseye en ufak bir çapkın bakış atmadan çok temiz ve çocuksu bir gülümseme ile herkese karşılık veriyor. Karı kocanın çok iyi anlaştıkları ve birbirlerine sevgi dolu oldukları samimi ancak en ufak aşırılık taşımayan hallerinden anlaşılıyor. Çocukları da ebeveynleri gibi pozitif ve etrafa karşı güler yüzle cevaplar veriyorlar asla şımarık ve huysuz bir hallerine şahit olmuyoruz.

Safari sırasında bunlarla bolca konuşma fırsatımız oldu. Kadın 32 yaşında ve stajyer hâkim, erkek 35 yaşında ve bir avukatlık firmasında yönetici imiş. 12 yıl önce evlenmişler ve kadın o sırada henüz lise öğrencisi imiş. Asıl sürpriz ise, iki değil dört çocukları olduğunu öğrendiğimizde geldi. 5 yaşında ve 11 aylık iki çocukları daha varmış ve anneanneye bırakmışlar. Çok genç yaşlarda ve öğrencilik sırasında evlenip dört çocuk yap, Hukuk Fakültesini bitir, mesleki kariyerin olsun ve dört aylık dünya turuna çık, valla bravo. Biz üç Türk bu güzel aileye bir kez daha hayran olduk.

Litvanyalıların dininin basketbol olduğu söylenir. Bu günlerde tesadüfen benim Fenerbahçe’m ile onların Zalgiris Kaunas'ı, Eurolig play off maçlarında oynayacaktı. Maç sonuçları hakkında karşılıklı iddialı laflar ettik.

Kumlar üzerindeki rallimiz tekrar başladı ve akşama doğru bir bedevi kalesine misafir olduk. Kale dediysem, muhkem ve taşlardan örülmüş bir yapı akla gelmesin. Ahşap ağırlıklı olarak brandalarla çevrelenmiş turistleri kandırmak için yapılmış derme çatma bir yer. Yaklaşık her bir kenarı 100 metre uzunluğunda ve kare biçiminde.

Orta yerde bir büyük sahne, etrafında uzunlamasına alçak masalar sıralanmış ve kumların üstünde serilmiş kilim ve minderler üzerine oturuluyor. Brandadan duvarların kenarlarında ise ayrı ayrı odacıklarda, hediyelik eşyalar satılıyor, içecek servisi yapılıyor, resim çekilecek yerel giysiler sergileniyor, kara çarşaflı bir kadın kına yakıyor, nargile içiliyor veya minderler üzerinde dinleniliyor. Bizim küçük guruptaki kadınlar parmaklarına kına yaktırdılar.

O sırada, yanımıza kısa şortlu ve büstiyerli kıyafeti ile vücudunun büyük kısmı açık, uzun siyah saçlı, süslü püslü güzel bir Arap kızı geldi. Meğerse Bedevi kalesinin dansözü imiş. Asıl sürpriz ise kendisinin İzmirli hemşerimiz olması. Ancak, ne İzmir'i biliyor ne de Türkçeyi. Babası İzmirli annesi Kahireli imiş. Bizim İzmirli olduğumuz öğrenince biraz yüzü asıldı ve babasıyla arasının iyi olmadığını öğrendik.

Akşama doğru etraf kalabalıklaştı, özellikle onlarca Çinli, her tarafı doldurdu. Sahne gösterileri öncesi atıştırmalık olarak hamur işi bir şeyler ikram ettiler. Ayrıca su ve kola türü içecekler verildi. Bira, viski ve votkadan oluşan alkollü içecekler ise ekstra olarak parayla satılıyor.

Hava kararmadan hemen önce müzik başladı önce bir zenne üzerinde ışıklı kıyafetlerle dans etti. Dans sırasında, önce elindeki 6 ayrı defi döndürdü sonra birer pelerin şeklindeki ışıklı elbiselerini bir Mevlevi gibi dönerken çıkardı, kendi etrafında ve başı üstünde döndürdü. Bu sırada hava karardığı için ışık saçan daireler şeklinde görüntüler oluşturmuş oldu.

Daha sonra bizim dansöz son derce açık ve seksi kıyafetleri ile çok güzel dans etti. Kocaman sahnenin her tarafını ayrı ayrı dolandı ve kendisini videoya çeken her müşterinin önünde özel bir gösteri sundu.

Dansöz gösterisi bitince akşam yemeği başladı. Kocaman mangallarda köz halindeki odun kömürü üzerinde pişirilen parça etler, ince şişlere dizilmiş etler ve köfteler bolca servis edildi. Yanında pilav, makarna ve salata ile. Ayrıca yerel bir tatlı verdiler. Yemek faslı biterken bu kez sahneye uçları yanan çubuklar ve zincirlerle gösteri yapan iri yarı bir Arap'ın şovu başladı. Tabii ki, sık sık ağzından birkaç metrelik ateşler çıkararak gösterisini tamamladı.

Gökyüzünde bolca yıldız ve dolunay olmasına iki gün kalan parlak kocaman bir ay ve neredeyse dakika başı iniş ve kalkış yapan uçakların ışıkları dolaşırken, arabamıza bindik. Bu sefer, düz bir hat şeklinde çöl üzerinde ilerledik, saat henüz 21 .00 sularıydı, bu nedenle gemiye dönmeyip şoföre bizi bu şehrin en popüler mekânı olan Dubai Mall'a götürmesini istedik.

ARABESK

Şehir merkezine geldiğimizde, muazzam büyüklükteki gökdelenler ve katlı otoyollar arasından geçerek hedef noktaya ulaştık. Burası, çok büyük bir AVM. Singapur'daki muazzam zenginlikteki AVM dengi bir büyüklük ve parlaklıkta. Zaten, Avrupa'da nasıl Paris ve Roma birbiri ile kıyaslanabilirse buralarda da Dubai ve Singapur birbiriyle kıyaslanabilir.

Gökdelenler ve otoyollar açısından Dubai daha büyükse de şehir içi yeşillik ve devasa botanik bahçeleri ile tabii ki Singapur daha iyi. Limanları ve AVM'leri eşit denebilir. 7 yıldızlı Otel Burç el Arap ile Sands Otel benzer olsa da özellikle dünyanın en yüksek binası Burç Halife ile Dubai ipi daha önde göğüslüyor. Ayrıca, Dubai'de otoyol viyadükleri tamamen boyanmış ve arabesk tarzda oyma ve kabartmalarla süslenmiş.

En güzeli ise buradaki apartman büyüklüğündeki akvaryum. Dubai Mall'un içine, 20x60 metre uzunluğunda ve 6 metre yüksekliğinde bir akvaryum yapmışlar, içinde mercan kayalıkları ve yüzlerce değişik renkte ve türde balıklar dolaşıyor. Aralarında ise en az 12-13 er tane her çeşitten kocaman köpekbalıkları ve vatozlar bulunuyor. Vatozların alt tarafları süt beyaz ve su içinde bir kelebek gibi süzülüyorlar. Köpekbalıkları ise sakin sakin ve tek başlarına dolaşıyorlar. Diğer balıklar ise kendi sürüleri içinde öbek öbek. Akvaryumun devasa görüntüsü ile vatoz ve köpekbalıklarının iriliğinden, aslında her biri yarımşar metrenin üzerindeki onlarca tür ve renkteki balık nispeten küçük görünüyor ve gözümüz ister istemez vatozlara ve köpekbalıklarına kilitleniyor. Birazdan üç ayrı dalgıç, akvaryumun içine girerek tüm balıkları bir arada besledi. Köpekbalıklarının bu kadar sakin yüzmeleri herhalde devamlı tok olmalarından. Akvaryumun camları ve suyu çok temiz ve berrak. Burayı saatler boyunca hiç sıkılmadan seyredebilirsiniz.

AVM'nin diğer tarafı ise çok büyük bir açık hava havuzu, hatta büyüklüğü ve doğal görünümü açısından gölet diyebiliriz. İçinde kocaman tekneler tur yapıyor ve iki yaka arasında köprü yapılmış. Etrafı yürüyüş yolları ve binaların dış dükkanları ve lokantalardan oluşuyor. Bir bölgesi ise yeşil alan ve ağaçlık olarak düzenlenmiş. Bizim meşhur et lokantamız Günaydın Restoranda Türk döneri ve ince belli bardaklarda demlenmiş çay var.

Göledin bir tarafından ise dünyanın en yüksek binası Burç Halife yükseliyor. Dış yüzeyinin her bir noktasını ayrı ayrı yanıp sönen değişik renkli ışıklarla aydınlattıkları için bir elmas gibi parıldıyor. O derece yüksek ki, en tepesini görmek için bayağı uğraşıyorsunuz, çünkü kendinden sonraki en yüksek binanın bile iki katı yüksekliğinde. Tam olarak 828 metre.

Göledin etrafı mahşeri bir kalabalıkla çevrili. Saatler gece yarısına yaklaşmasına rağmen dünyanın her tarafından gelmiş bizim gibi turist yığını büyük bir enerji ile dalgalanıyor ve her biri video yada fotoğraf çekiyor. Bir anda herkes gölede döndü çünkü müzik eşliğinde ışık ve su gösterisi başladı. Oynak Arap havaları eşliğinde havuz içindeki değişik noktalardan, onlarca metre yüksekliğe çıkan su fıskiyeleri havada adeta dans ediyor. Fıskiye diplerindeki ışıklar ise bir an sonra gelecek suyun çıkma anını gösteriyor. Bu nedenle havada dans eden su ile havuzun içinden tekrar tekrar fışkıran suyun hangisine bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Bu gösteri birkaç dakika sürüyor ve her bir yarım saatte değişik müzik eşliğinde tekrarlanıyor.

Gece yarısı gemiye dönmek için dışarı çıkmak bile bayağı bir zamanımızı aldı, binecek taksi bulmak ise bambaşka bir tecrübe oldu. Çünkü, rastgele kapı önünden taksiye binilmiyor. Bir kat alttaki otoparka yönlendirildik ve oradaki özel bir bölgede bizim gibi taksi bekleyen yüzlerce turistin arkasında sıraya girdik. Taksi sayısı da fazla olunca sıra hızla ilerledi, bina içindeki ayrı ayrı bölümleri sıra halinde geçtik, önümüzdeki sıra nihayet dışarıya çıktı ve orada yine sıra halinde bekleyen taksilerle buluştu.

GUİNNESS REKORLAR KİTABINA GİREMEDİK AMA ÇIKTIK

Ertesi sabah gemideki kahvaltımızda hoş bir jestle güne merhaba dedik. Samimi dost olduğumuz Macar çift yanımıza gelerek kendilerinin dün Burç Halife için gurup olarak bilet aldıklarını ancak guruptan iki kişinin son anda vazgeçtiğini, biletlerin iadesinin mümkün olmadığını ve bugün de geçerli olduğunu söyleyerek bu iki bileti bize hediye etti. Ayrıca biletlerin, pahalı VIP biletler olduğunu, sıra önceliği olup, özel rehber eşliğinde ancak bu bilete sahip kişilerin çıkarıldığı en yüksek noktaya gidebileceğimizi ve orada çeşitli ikramların olacağını anlattı.

Gerçekten de öyle oldu; normal biletli yüzlerce kişi sıra beklerken biz, özel rehber eşliğinde hiç sıra beklemeden ayrı bir asansörle önce 125 kata çıkarıldık ki normal biletlilerin gelebileceği son kat burasıymış. Daha sonra bir başka asansör ile bu kez 148.kata çıkarıldık. Asansör düğmeleri üstüne konulmuş ekranda ise iki pilot bir uçağın kokpitinde ve uçaklarını uçururken bize hitaben esprili bir şekilde konuşuyorlar. Bu şekilde sanki bir uçak içindeymişiz havasını veriyorlar.

Asansör durduğunda bizi hostesler karşıladı, taze sıkılmış limonata ve portakal suyu eşliğinde nefis kurabiyeler ve hurmalar ikram edildi. Duvardaki Guinness sertifikasına göre bir dünya rekoru kırarak 555,7 m yükseğe çıkmışız.

Dört bir yanımız sıfırdan dönen camlarla çevrili, havaalanından havalanan uçaklar göz hizamızda ilerliyor ve o kocaman gökdelen ormanı bayağı aşağımızda kalıyor. Denizdeki Palmiye adası tam karşımızda, gemimiz ise bize göre sağ tarafımızda ve oldukça ileride. O bölgede oluşan bir haliç çok geniş bir yay çizerek bu kez bize göre sol tarafımızdan tekrar denizle buluşuyor ve o noktanın ilerisinde ise Burç el Arap kocaman bir yelkenli gibi görünüyor.7

Bu kanalın kara tarafındaki orta noktasında ise büyük bir yat limanı yapılmış ve onlarca yat sanki gökdelenler arasına konulmuş maket bir havuz içindeki oyuncak tekneler gibi duruyor. Otoyolların viyadükleri altındaki geniş çiçekli alanlar, sanki birer halı gibi. Belki bu görüntüyü bildikleri için çiçekleri karışık renkte ve rastgele dikmemişler, çok büyük motifler oluşturacak şekilde, her bir bölgesi tek renk çiçekten oluşan bir düzenleme yapmışlar. Yolda iken fark edilmeyen bu detay havadan bakınca çok güzel bir görsel oluşturmuş.

Kuleden dönerken erkekleri takkeli, kadınları renkli uzun elbiseleri ve sıkı şekilde kapatılmış başörtüleri ile 15-20 yaşlı turist gördüm. Bir ara bunlardan biri erkek, dört kadınla aynı noktada rastlaştık. Çinli Müslümanlarmış. Biz de Türkiye'den gelen Müslüman turist olduğumuzu söyledik. Gülerek ve tebrik ederek kadınların tamamının eşi olup olmadığını sordum, önce gülerek evet dedi, sonra şaka yaptığını ve hemen yanında olana sarılarak tek eşim bu, diğerleri arkadaşlarım ve kocaları biraz geride kaldı diye anlattı. Başparmağım havada açık, diğer dört parmağım kapalı şekilde, sağ elimi havaya kaldırdım, “İslam'da Allah bir, kadın eş dört tane" diyerek Gülsümü gösterdim, "buraya bir eşimi getirdim, diğer üçü Türkiye'de kaldı" dedim, espriyi anladılar ve kadınlı erkekli çok güldüler.

AVM içinde gezerken, çöl kumu ile cam şişeler içine deve ve hurma motifli çöl manzaraları yaptıklarını ve ayrıca kumların üstüne isim yazdıklarını gördük. Psikiyatri uzmanı doktor olan büyük kızımız Sevgi Gül, mecburi hizmetlerini tamamladıktan ve özel hastanelerde çalıştıktan sora ilk kez kendi özel muayenehanesini açmak üzere olduğundan ve açılışı da bizim ülkeye döndüğümüz güne denk getirdiği için onun ismini yazdırarak şişe içinde renkli kumlarla yapılmış bir çöl manzarası satın aldık.

AVM'nin kendisi ise muazzam bir zenginlik gösterisi halinde. Dünyanın en pahalı ve lüks mağazaları sıra sıra. Herhalde, bir yıl sonrası için yapılan yaz ve kış moda defilelerinde ilk kez görücüye çıkan ünlü modacıların hazırladığı giysiler, ilk kez burada satışa sunuluyor. Moda sektörünün krema kreması burayı mesken edinmiş. Kuyumcu vitrinlerindeki kıymetli taşlarla bezeli takılar göz kamaştırıyor. Tuvalete girdiğimde ise şaşkınlığım daha da arttı; temizlik, güzel koku ve çiçeklerdeki, aksesuarlardaki, mobilyalardaki zenginlik bir saray salonunu hatırlatıyor. Burada en önemli misafirlerinizi ağırlayabilir ve ziyafetler verebilirsiniz.

AVM koridorlarında Rolls Royce benzeri bir araç dolaşıyor ve dışarıda ise Ferrariler ve Porscheler arasında yürüyorsunuz.

Şu ana kadar gittiğimiz tüm büyük şehirlerde gökdelenler sınırları belirli alanlar içindeydi. Ancak burada, gökdelen alanları birbirinden en az 10 ar km uzaklıkta ve dört ayrı bölge halinde. Dubai'nin dört ayrı gökdelen merkezi olmuş. Şımarıklık ya da çılgınlık gibi görünen bir gökdelen seferberliği gözleniyor. Bu kadar çok inşaat acaba ekonomik açıdan verimli olacak mı? Petrolleri bitince burası terk edilmiş ölü bir şehir mi olacak yoksa Uzakdoğu ile Avrupa arasında akılcı bir köprü mü kurulmuş, bilmiyorum. Batılı ya da Uzakdoğulu inşaat firmalarının ihya oldukları ise kesin.

Ancak bu kadar çok para ile, kendi insanlarının yüksek tahsilini sağlayıp öncelikle onları lüks evlerinde ve arabalarında boş boş oturtmak yerine birer meslek sahibi yaparak çalıştırsalar daha iyi olurdu. Ayrıca, uzay veya tıp ya da genetik gibi özel bir alanda yatırımlar yapsalardı veya gelişmiş tarım/hayvancılık teknikleri, ar-ge laboratuarları, denizden içilecek su elde etme ya da arıtma tesislerinin olası ekonomik getirileri üzerine çalışmalar yapsalardı, daha iyi olmaz mıydı?

Kuşkusuz ülkeleri ve tüm vatandaşları için iyi olduğu gibi dünya için de iyi olurdu ancak iktidardaki haneden için iyi olur muydu bilmiyorum. Muhtemelen, "maymunu uyandırmamak" veya "eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmemek" için bu tür bir yatırıma yönelip, komşu fakir ülke insanlarını hizmetçi olarak çalıştırıp kendi vatandaşlarına de ekmek elden su gölden misali tembel ve asalak bir hayat sunmuşlar. Buralardaki iktidar sahipleri için önemli olan kendi saltanatlarının sürmesi. (Yarın:Abu Dabi, BAE)