SİNGAPUR, ORKİDE DÜNYASI VE MUHTEŞEM GEMİ


SİNGAPUR, ORKİDE DÜNYASI VE MUHTEŞEM GEMİ

Hint Okyanusu ve Bir Kez Daha Ekvator, Geminin Sahne Arkası Meğerse Burası Bir Fabrikaymış

 

HİNT OKYANUSU VE BİR KEZ DAHA EKVATOR

31 Mart 2019 saat 17.00. Hint Okyanusunda, Endonezya ve Malezya bölgesindeki Cava Denizinde kuzeydoğu istikametinde ilerliyoruz. Sağımızda Endonezya'nın Cava Adası, solumuzda yine Endonezya'nın Sumatra Adası, karşımızda ise aramızda 12 saatlik daha bir mesafe olan Singapur. Onun arkasında ise Malezya var. Ekvator çizgisini bu kez güneyden kuzeye geçiyoruz.

Türkiye'de heyecan dorukta olmalı şu anlarda. Çünkü belediye seçimleri için insanlar oy kullanıyor, yaklaşık beş saat daha oylar sandıklara atılacak, bundan sonra gelecek beş saat içinde ise sonuçlar belli olur. Biz ise bir beş saat daha sonra Singapur'da öğreniriz sonuçları.

Son beş günümüz çok güzel hava ve deniz şartlarında, gemi içindeki çok rahat bir ortamda geçti. Pasifikte genelde hasret kaldığımız bulutsuz mavi bir gökyüzü altında, dalgasız hatta neredeyse bazen havuz kadar sakin mavi ya da lacivert denizde, çok hafif bir esintiyi soluyarak geçti günlerimiz.

Karada yaptığımız gezi ya da keşifler bugünlerde yerini, spora, okumaya, yazmaya ve eğlenceye bıraktı. 7.kat dış güvertesinde yürüyüş, spor salonu aletlerinde performans ve masa tenisi maçları sayesinde enerji harcıyoruz ancak her an emre amade bekleyen yiyecek ve içeceklerden de uzak duramıyoruz.

Mevcut bol kepçe sunumların yanında her öğlen özel bir konseptle ayrı bir açık büfe yapıldı; Napoliten ya da Rüstik yada Paela yemekleri gibi. Gece ise açık hava partilerinin yapıldığı açık havuz etrafına "yat geber yemeği" türü tatlı, dondurma ve meyve büfeleri kuruluyor. Akşam yemekleri bölgesel sunumlarla geçiyor; Çin mutfağı, Bali mutfağı, Endonezya mutfağı gibi.

Royal Tiyatro'daki dans, şarkı ve akrobasi gösterileri aynı şekilde devam ediyor. Geminin sabit Musica in Maschera isimli opera gurubu performansını mı yükseltti yoksa bizde beğeni dolu bir alışkanlık mı yaptılar bilmiyorum ancak en çok sevdiğimiz ve beklediğimiz sanat gösterisi haline geldi. Şef dahil 3 keman, bir piyano bir viyolonsel ve bir flütten oluşan orkestraya, ikisi soprano kadın ile biri tenor diğeri bariton erkek sanatçı eşlik ediyor. Konser sonunda çok alkış alıyorlar ve mutlaka bis yapıyorlar. Geceleri biraz daha geç yatmaya ve buna bağlı olarak sabahları biraz daha geç kalkmaya başladık. 5. gecemiz ise açık havadaki tatlı esintiye eşlik eden orkestranın canlı müziği ve okyanus ortasındaki yıldızlar altında bir türlü bitmeyen dansımız nedeniyle ertesi günün ilk saatine kadar uzadı.

GEMİNİN SAHNE ARKASI MEĞERSE BURASI BİR FABRİKAYMIŞ

Bu kadar fazla yiyecek ve içecek nasıl tedarik ediliyor ya da beş günlük kesintisiz sürede denizdeyken nasıl depolanıyor ve yetiyor. Bu açıdan şu bilgiyi de vereyim: Her öğünde artan tüm yiyecekler bir sonraki öğüne bırakılmıyor, tamamı çöp olarak alt katlarda presleniyor ve balıklar için denize atılıyor. Yiyecek olmayan her türlü atık ise, her limanda bu iş için özel olarak gelen çöp kamyonları ile o şehrin çöplüğüne gönderiliyor. Personele ise ayrı yemek pişirildiğini öğreniyoruz. Onların yemeklerini ve yemekhanelerini görmüyoruz. 2100 yolcu ve 1000 civarında personel bulunuyor. İçme suyu hariç genel kullanım suyu denizden arıtma yolu ile tedarik ediliyor. İçme suları cam veya plastik şişelerde sunuluyor. Gülsüm’le birlikte her gün en az 10 şişe civarı su tükettiğimize göre tüm gemide içilen suyun ve diğer şişeli içeceklerin sayısı müthiş rakamlara ulaşıyor.

Aslında, geminin çalışma alanı olan sahne arkası ya da arka bahçesi tüm yolculara küçük guruplar halinde ve özel rehberler eşliğinde gezdiriliyor ve bizim sıramız 30 Mart günüydü. O gün için iki ayrı gurup yapılmış; diğer gurup Fransızca konuşanlar için, bizim gurup ise İngilizce konuşanlar içindi.

Gurubumuz, Türk, Alman, Macar, Danimarkalı, İsveçli, Güney Afrikalı, Avustralyalı çiftlerden ve bir tek İngiliz'den oluşuyordu. Tek İngiliz'e rağmen gurup dili İngilizce idi. İngilizce, İngilizlerden çok daha fazla bir dünya gerçeği.

Önce Royal Tiyatronun sahne arkasındaki kulis bölümü ile sahnenin tam üst karşısındaki ışık ve ses odasını gezdik. Daha sonra, çamaşırhane ve mutfak bölümlerini bize gösterdiler ve bilgiler verdiler. Bu gemi müthiş bir fabrika ve çok iyi planlanıp uygulanan bir organizasyon bütünü. Üç ayı bulan gezimizde şu ana kadar en ufak bir aksaklığın çıkmaması ve her şeyin ilk günkü gibi tıkır tıkır işlemesi başka türlü mümkün olmazdı herhalde.

Sahne sanatçıları birisi İngiltere diğeri İtalya merkezli iki ayrı şirket tarafından ayarlanıyormuş. Sayıları 30 civarında olan ve bizimle birlikte tüm geziye devam eden gemi kadrosunda yer alan şarkıcı ve orkestra sanatçıları dışında her 10 gün civarında iki veya üç gösteri yaptıktan sonra bir daha görmediğimiz onlarca sanatçı değişik limanlardan gemiye biniyor ve iniyor. Yüzlerce sahne kostümü için kulis bölümündeki depo yetmediği için ayrıca iki büyük konteynır hazırlanmış.

Neredeyse her gün değişen çarşaflar yanında her gün iki ya da üç kez değişen 7 ayrı havlumuzun ne kadar büyük makinelerde yıkandığını, kurulandığını ve ütülendiğini gördük.

En güzeli ise mutfaktı. Mutfağa özel hazırlanmış, elbise, başlık, ağızlık ve galoşlarla girdik, her birimiz ameliyata giren doktorlar gibi olduk. Mutfakların tüm duvarları ve tavanları paslanmaz çelikten pırıl pırıldı.

Bu çelik levhaların birbiriyle birleştiği her bölge çok belirgin olarak silikonla doldurulmuştu ve bu şekilde hiçbir boşluk ve aralık bırakılmamıştı. Fırından yeni çıkan ekmek ve kurabiyelerin kokusu çok güzeldi.

Yiyecekleri öyle çok yoğun makine ile ya da hazır paketler şekilde değil aşçıların elleriyle ve ustalık gerektiren uğraşlarla yaptıklarını gözledik. Makarnaların hazır paketlerden yapılmayıp, her öğün taze taze açılan hamurlardan hazırlanıp pişirildiğini ise daha önceden öğrenmiştik.

Her gün kullanılan yumurta miktarını sordum; her gün 3600 yumurta harcanıyormuş. Diğer yiyecek miktarları da soru şeklinde gelince birer liste dağıttılar her birimize. Tüm gezi sırasında kullanılacak yiyecek miktarlarını yazmışlar.

Örneğin; 26,164 kg peynir, 25,783 kg yoğurt, 81,026 kg et, 78,338 kg balık, 54,403 kg tavuk, 230,626 kg meyve, 59.500 şişe şarap, 45,617 şişe bira ve 687,173 şişe su. Dünya turumuzun, keşif ve öğrenme yanında eğlence ve yeme içme tatili şeklinde planlanmış olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz.

Ekvator çizgisinin tüm dünyayı dolaşan uzunluğu 40.000 km iken biz 119 gün boyunca 65.000 km yol yapıyoruz. Bu gezide geçen gündüzlerin 58'i tamamen denizde iken 61 gündüz 49 ayrı limanda geçiyor. 12 gecemiz de limanlarda demir atmış şekilde uyuyoruz. 107 gecede biz kamaralarda uyurken gemimiz bir limandan diğerine doğru yol alıyor.

İlk üç günümüz hiçbir kara parçası görmeden Hint Okyanusu ortasında geçti. Peş peşe iki gün çiftler pinpon turnuvasında finale kaldık ama ikisini de kaybettik. İlkindeki ortağım gemi personelinden genç bir Hintli garsondu.

Gemi personeli ile yolcuların karışık ortaklık yaptıkları bir turnuva bu. Aşağıda veya yukarıda yatsak da sonuçta aynı gemideyiz ve karşılıklı sevgi ve saygının gereği bu tür turnuvalar düzenleniyor. Hintli ortağım sanırım uzunca bir süredir oynamadığından ilk başlarda tutuktu ancak 3. ve son maçımızda bayağı iyiydi.

Ancak, rakip ikili çok güçlüydü bizden ve normal olarak kaybettik. Ertesi gün ise sadece yolcular arasındaydı maçlar, bu kez ortağım benden de iyi olan o dörtlü Fransız'dan birisiydi, kolayca finale kadar geldik ancak son maçta aslında bizden iyi olmayan rakiplerimize çok şansız toplar sonucu kıl payı farkla yenildik.

Turnuva sonunda aynı dörtlü bir kez daha oynadığımızda ise bu kez biz galip geldik. Ancak, tarih şampiyon olarak bizi değil onları yazdı.

Dördüncü gün, Endonezya kıyılarına ulaştık ve öğlen saatlerinde Sumatra ve Cava adaları arasındaki Sunda Boğazından geçtik. Çok yakınından geçtiğimiz Sumatra adası kıyıları, petrol sanayi tesisleri ve çeşitli fabrikalarla kaplıydı. Etrafımızda birçok petrol tankeri ve kocaman yük gemileri vardı.

Gemi personeli ekseriyetle Endonezyalılardan oluşuyor. Büyük çoğunluğu güvertelere çıktı, memleketlerini seyrederken cep telefonları ile sevdikleriyle konuşmalarına tanıklık ettik. Cava adası ise biraz daha uzağımızda kaldı bu nedenle o taraf daha yeşil ve insansız gibiydi. Ayrıca hemen kıyıdan yükselen ve geçen sene harekete geçen yanardağ başı bulutlu şekilde adeta "ben buradayım" der gibiydi.

Bugün Ekvator çizgisine yaklaştığımız bu saatlerde hava nedense biraz rüzgarlandı, deniz çok hafifçe dalgalanmaya başladı. Sabah saatlerinde çok uzaklarda olan bulutlar etrafımızı sardı ve güneşi dahi kapatacak şekilde her yeri kapladı.

Aynı bulutlar daha birkaç saat önce, ufuk çizgisi tarafında üç ayrı kademe halindeydi. En arkada ve yükseklerdeki, açık mavi gökyüzünü tam olarak kapatmaya gücü yetmeyen ve toz bulutu şeklinde bir fon oluşturan seyrek bulutlar ve onların altında ve önünde, çok yoğun ve çok beyaz üst üste yükselen devasa bulut kütleleri vardı. En önde ve denizin hemen üstündeki ufuk çizgisi civarında tertibat alan kurşuni gri yağmur bulutları, arkalarındaki beyaz renkli devasa bulutların denizle buluştukları hattı gölgeliyor, buna karşın aynı beyaz bulut kütleleri bu kurşuni gri yağmur bulutlarının üstünden sanki onlara "önümüzü kapatmayın" diye bağırıyordu. Şimdi tüm bunlar birbirine karıştı ve gri yağmur bulutları her yana hâkim oldu. Güneş ve açık mavi gökyüzü ortadan çekilirken, içinde seyrettiğimiz koyu mavi renkli yuvarlak çerçeveli havuzumuz, hafifçe beyaz köpükler oluşturarak dalgalanan koyu lacivert bir denize dönüştü.

Singapur, Orkide Dünyası

 

37- SİNGAPUR. 010 22’ Kuzey Enlemi, 1030 85’ Doğu Boylamı

Aynı gece muazzam şimşek, gök gürültüsü ve yağmur altında geçti. Sabah gün ağarmadan Singapur Limanına yanaştık. Şiddetli yağmur ve gök gürültülü şimşek çakmaları sona ermiş. Yine de hava tamamen kapalı ve ara ara hafif bir yağmur yağıyor.

İskelemizin önü düz bir yeşil alan ve çok büyük. Hemen önümüzde bu şehrin en önemli simgelerinden olan Sands Oteli. Yan yana dizilmiş devasa genişlikte ve yükseklikte üç ayrı gökdelenin üzerine bunların üçünün birleşiminden daha büyük bir gemi yerleştirmişler. Geminin üstünde ayrı binalar ve kocaman ağaçlı bir bölge var. Gemi her üç gökdelenin tepelerine oturduğu gibi aralarındaki muazzam boşlukları kapatıyor ve başı ile arkası da oldukça uzun bir şekilde dışarı taşıyor. Bu üç gökdelenin içinden yükseldiği tabandaki bina ve içindeki AVM ise akıl almaz büyüklükte. Kendi içinde en az beş katlı ve her bir katı ve bu katlar içindeki koridorları bir seferde gezmek mümkün değil. İçersi çok şık, çok temiz ve çok soğuk. Dünyanın en lüks markalarının süper lüks mağazaları sıra sıra dizilmiş.

Buraya AVM demek hafif kaçar. Ülkemizdeki en lüks AVM bile buranın yanında kasaba marketi seviyesinde. Bir sürü süslü orta bölümün birisinde dijital yuvarlak bir ekran tabana döşenmiş. Çapı 50 metre civarında. Üstünde çocuklar koşturuyor, oturuyor ve yuvarlanıyor. Üstündeki boru şeklindeki kristal avizenin çapı 10 metre boyu ise en az 30 metre olmalı. Tabandaki dijital ekrandaki görüntüler periyodik olarak değişiyor. Çiçek açan bahar dalları ve akıp giden orkide bahçelerinin renkleri çok canlıydı. Benim hoşuma ise üstündeki çocuklar koştukça, bu koşulara uygun şekilde altlarında açılan ve etrafa saçılan su dolu havuzun interaktif görüntüsü gitti.

Bu ultra modern binaya girmeden önce ilk olarak yine şehrin simgelerinden Gardens By the Bay bölgesini gezdik. Bu bölge üstü kapalı yağmur ormanlarından ve yine üstü kapalı çiçek bahçelerinden ve açık alanda düzenlenmiş ormanlık alanlar ile nehir ve göletlerden oluşuyor. Kapalı alanlar devasa büyüklük ve yükseklikte metal ve camdan yapılmış seralar şeklinde. Aralarında ise her biri 60-70 metre uzunluğunda ve çapları 20-30 metre genişliğinde metal direklerden oluşmuş ve demet halinde bir arada tutulan tabanları ve tepeleri geniş, orta kısımları daraltılmış yapılardan oluşuyor. Tepelerindeki genişlik ağaçların tepe çanakları gibi metal çubuklarla daha da genişletilmiş.

Bunlara ağaç deniyor. Dörtlü beşli sayılar halinde üç ayrı gurupta kümelenmişler. Altın ağaçlar, gümüş ağaçlar ve süper ağaçlar diye isimler konulmuş. Tabandan tavana doğru her bir metal ağacı çok değişik tropikal sarmaşıklar, çiçekler ve ağaçlarla donatmışlar. Etkileyici ve zengin görüntüler elde etmişler. Akşam karanlığı başladığında bu ağaçlarda ışık ve müzik gösterisi yapılıyormuş. Tüm alan yaklaşık 50 dönüm kadar. Tüm gün dolaşsanız bitmez. Bu kadar büyük bir alanın her bir noktasını ince bir estetik duygusu ile özene bezene işlemişler. Tüm bu alan eskiden denizmiş. Denizi kayalarla doldurarak, bu bölgeyi elde etmişler. Dolgu alanının bu bahçeler kadar büyüklükteki bir başka kısmı düz çimlik alanlar şeklinde ve oralarda da ağaçlandırma çalışmaları yapıyorlar. Ayrıca buraya uzatılan yeni bir metro hattı inşaatının sürdüğünü gördük.

Bu bahçeleri gezerken son iki aydır özlemle beklediğimiz bir olay gerçekleşti. Bu olay, tropikal bölge yağmuru altında dolaşma isteğimizdi. Beyaz renkli kocaman ancak çok hafif yağmurlukları kaç kez çantamıza koymamıza rağmen bir tülü yağmura yakalanmamıştık. 32 derece sıcaklıkta açık alanda şiddetli bir yağmur bomba gibi patlayan ve tüm turistleri yerinden hoplatan gök gürültüsü ile başladı.

Çok şiddetli yağmur altında, üstümüzdeki şort ve tişörtün üstüne giydiğimiz yağmurluklarla el ele 15 dakika kadar zevkle yürüdük. Tabii ki sırılsıklam ıslandık. Ancak en ufak bir üşüme ve ıslaklık duygusu yok. Ta ki, Sands Otel kompleksine girinceye kadar.

Bina içleri birer buzhane. Üstümüz de ıslak olunca zatürree olmak kaçınılmaz. Ancak, tedbirliyiz. Yedek tişörtleri çantadan çıkardık ve üstümüzü değiştirdik. Yukarıda bina içini anlatmıştım. Diğer taraftan dışarı çıktık.

Lotus çiçeği şeklinde yapılmış devasa müze binası, bu binalar kompleksinin bir parçası şeklinde inşa edilmiş. Deniz bir haliç şeklinde bu bölgeyi çevreliyor ve halicin en ucunda ise Malezya'dan doğup gelen büyük bir nehir denize dökülüyor.

O nokta aynı zamanda şehrin tarihi merkezi. Halicin, nehirle buluştuğu bölge aynı zamanda doğal bir genişliğe sahip ve adeta bir göl görüntüsü oluşmuş. Halicin, gölün ve nehrin etrafı çok çok yüksek gökdelenlerle çevrili.

Her birinin üstünde dünyanın en büyük bankaları ve şirketlerinin isimleri yazılı. Nehir ile göl halindeki halicin birleştiği noktanın Sands otelinden bakışa göre sağ tarafı yeşil bir alan halinde ve burada tarihi yönetim binaları ve katedral , müze ve tiyatro binaları var. Her biri İngiliz kolonyal mimarisi şeklinde.

Hemen bitişiklerinde yapılan çok büyük Opera binası bu bölgeye özgü durian meyvesi şeklinde. Tüm çatı ve dış duvarları meyvenin sivri çıkıntıları gibi metalden sivri üçgenlerle işlenmiş. Gece olunca bunların üstündeki binlerce lamba yandı ve çok güzel bir görüntü oluştu.

Göl şeklindeki halicin ortasında akşam saatleri ışık, müzik ve su gösterisi yapılıyormuş. Bunun seyredilmesi için bir kenara stadyum şeklinde seyir terasları yapmışlar. Tüm halici yürüyerek geçtik ve nehre ulaştık.

Bu noktada şehrin bir başka simgesi, ağzından su akan balık aslan heykeli var. Ancak, restorasyon nedeniyle etrafını kapatmışlar. Küçük boyutlu bir örneğini ise teşhir için önüne koymuşlar. Nehir boyunca ilerliyoruz. Modern gökdelenlerin önünde tarihi iki katlı binalar nehir kıyısında dizilmiş ve bunların her biri restoran olarak çalışıyor. Nehrin içinde tekneler turistleri gezdiriyor. Çok sık aralıklarla köprüler iki tarafı birbirine bağlıyor.

Merkezden uzaklaşınca bu kez diğer bir hedef bölgemiz olan Santoza adasına gitmek için metroya girdik. Çok sık ve işlevsel metro ağları var. Rahatlıkla her yere gitmek mümkün. Kısa bir sürede Santoza adası önüne geldik. Metro istasyonundan adaya, havadan giden iki vagonlu trenle veya teleferikle veya yaya olarak gitmek mümkün. Biz etrafı görelim diye yaya olarak gittik, havadan giden trenle geri döndük. Adanın içi Amerikan tipi eğlence mekanları halinde düzenlenmiş. Los Angeles'ta gezdiğimiz Üniversal Film Stüdyoları, su dünyası, yer çekimsiz bina içinde uçma imkânı, akvaryum vs var. Ayrıca yeşil alanlar, devasa balık aslan heykeli ve diğer süslü mekanlar. En uçta ise iki ayrı plaj. Doğrusu benim çok hoşuma gitmedi, daha çok genç çocuklar için bir eğlence yeri burası. Atraksiyonlara girmeden etrafı seyrederek dolaştık.

Dönüşte, yine metro ile şehrin diğer tarafındaki küçük Hindistan bölgesine gittik. Havanın karardığı saatlerde sanki Hindistan'daymışız gibi sokak aralarında dolaştık. Yine çok meşhur bir mekân olan Mustafa'nın mağazasından az da olsa alışveriş yaptık.

Daha sonra tekrar nehre ve nehrin denizle bulaştığı asıl merkez olan Haliç bölgesine geldik. Ancak saatini kaçırdığımız için ışık ve su gösterilerini göremedik. Işıklar içindeki nehir kıyısındaki mekanlar daha da güzel olmuştu. Lokantaların önündeki akvaryumlarda İnsan kafası büyüklüğünde yengeçler servise sunulmuştu. Bazlar klasik kahverengindeyken bazıları tamamen siyah renkliydi. Göl şeklini alan halicin etrafı gökdelenlerle çevrili olmasına rağmen su kıyıları tamamen halka açık yürüyüş yolları olarak düzenlenmiş.

Geç vakte kadar yürüyerek tüm bölgeyi gezdik ve yorgun argın gemiye döndüğümüzde günlük yürüyüş rekorumuzu kırdığımızı telefondaki sağlık programına baktığımızda anladık: Bugün 24,6 km yol yürümüşüz.

ORKİDE DÜNYASI

Ertesi sabah otobüslerle şehir turuna çıktık. Zaten bu tura dahil olduğu için görmediğimiz iki bölge kalmıştı. İlki tropikal bahçeler ve orada bulunan Orkide bahçeleri ile Çin Mahallesi. Otobüs içinde, önce gökdelenler arasında sonra buranın Şanzelizesi sayılan en zengin alışveriş bölgesinde ve villalarla dolu mahallelerde dolaştıktan sonra ilk durağımız olan Orkide bahçelerine geldik.

Güzel kelimesi ne kelime, çok güzel kelimesi bile hafif kalır buradaki orkideler için. Cennet böyle bir yer olmalı. Çok değişik biçim ve renklerde yüzlerce orkide arasında dolaşmak çok zevkliydi. Beyaz, sarı, kırmızı, mavi, mor ve karışık renkli. Uzun ya da kısa, ince veya kalın akla gelebilecek her türlü orkide dalları ve bu dalların üstünde muhteşem çiçekler.

Siyah orkideler ise bir başka dünyaydı ve değil kendisini resmini bile bugüne kadar görmemiştim. Bir saatin üstünde tüm bahçeyi adım adım dolaştık. Onlarca fotoğraf çektik. Etrafın yeşilliği, ağaçların, sarmaşıkların, bitkilerin ve orkidelerin dağılımı ve yolların doğallığı nedeniyle aklınıza en ufak bir yapaylık duygusu gelmiyor, her şey her yer son derece doğal bir orman içindeymişiz duygusu veriyor.

İstemeden de olsa buradaki gezimiz sona erdi ve biz bu kez otobüslerle Çin Mahallesine gittik. Burada, dünyadaki diğer Çin Mahallelerinden farklı olarak değişik milletler ve özellikle dini mabetler iç içe. Rehberimiz özellikle yan yana sıralanmış camiyi, Hindu tapınağını, Budist tapınağını ve kiliseyi gösterdi. Burası aynı zamanda hediyelik eşya cenneti. Akla gelen gelmeyen her çeşit hediyelik eşya ucuz fiyata satılıyor.

Otobüsün dönüş saati ile geminin kalkış saati arasında üç saatlik zaman var. İlk planımıza göre otobüsle geri dönmeyip bu üç saati şehir merkezinde geçirecek ve gemiye sonra dönecektik. Ancak tüm yerleri gördüğümüzden ve daha önemlisi dünden miras kalan yorgunluktan dolayı yeni bir yürüyüşe kalkamadık ve otobüs ile gemiye döndük. Gemiye gelince bu güzel şehri seyreden en arka güvertede yemeğimiz yemek, bu tercihimizin doğruluğunun mührü oldu. (Yarın:Port Klang, Kuala Lumpur, Malezya)