FİJİ ADASI'NDA JAWS VAR AMA FİLM DEĞİL!

Teknemiz dalgaların üstünde uçuyor... Burada kötü huylu ve büyük köpekbalıkları varmış. Tur rehberi, "bizimkiler resif köpekbalığı değil" diye insanları uyarıyor


FİJİ ADASI'NDA JAWS VAR AMA FİLM DEĞİL!

Lautoka, Fiji, Brooke Shields'le Randevum Var, Jaws ama Filmi Değil, Tekneyle Uçmak, Otantik mi?

En son güncellendiği tarih: May 20

 

31- LAUTOKA, FİJİ ADASI. 170 61’ Güney Enlemi, 1770 44’ Doğu Boylamı

Ertesi sabah masmavi bir gökyüzü altındaydık. Bu kez önündeki denizde küçük pasifik adaları ve bu adalardaki sarı renkli plaj ve çevresindeki resifleri ve balıkları ile meşhur Lautoka’dayız. Denizin üstünde serpiştirilmiş küçük adaları görüyoruz.

Karikatürlerde çokça çizilen, sarı kumsallı, üzerinde tek bir coconut ağacı, altında çıplak bir kadın olan avuç içi kadar küçük adalar. Bu görüntüler, aynıyla vaki burada ve onları hayran hayran seyrediyoruz.

Bir de burada kötü huylu ve büyük köpekbalıkları varmış. Tur rehberi, "bizimkiler resif köpekbalığı değil" diye insanları uyarıyor ve broşürlerde de "bad shark" diye yazmışlar.

Üniversitede iken Brooke Shields'in Blue Lagoon (Mavi Göl)isimli bir filmi vardı. Bir de çok yıllar sonra Tom Hanks'in uçağı düştüğü için modern Robinson Crusoe olarak yaşadığı sonra kurtulduğu ıssız pasifik adasında geçen Cast Away (Yeni Hayat) filmini hatırlıyorum. Bu iki film ve daha sayısız bu tür filmler işte bu adalarda çekilmiş.

Şu ana kadar en yüksek tur parasını verip bir tekne şirketi ile anlaştık ve bu adalardan birisine doğru yola çıktık. Rehberimiz çok tatlı bir delikanlı. İri yarı ve kapkara olmasına rağmen sevecen gözleri, yumuşak bir sesi, kulağının arkasında çiçeği ve yerel siyah eteği var. Peş peşe üç midibüs dolusu turist yarım saatlik bir kara yolculuğu sonrası bunların özel limanına geldik. Oradan iki ayrı büyükçe teknelerle bu kez bir saate yakın bir deniz yolculuğu ile işte o çok meşhur ve ıssız pasifik adalarından birisine geldik.

Aslında bunlar ıssız değilmiş. Asıl büyük ada hemen karşıda görünüyor ve etrafta da benzer şekilde onlarca böyle ıssız ada var. Karakteristik özellikleri ise küçük boyutlu, ortalarında sık bir orman, kıyıları altın sarıSI kumsal, denizi kıyılarda türkuaz ve etrafı kısmi ve parçalı resiflerle çevrili. Hatta yoldayken yanından geçtiğimiz bir ada o kadar küçüktü ki, üzerinde ağaç bir yoktu. Sadece altın sarısı bir kum tepesinden oluşuyordu. En fazla 10 metre çapındaydı. Kıyısındaki deniz altında aynı sarı kumlar devam ediyor olacak ki, etrafındaki deniz çok güzel görünüyordu.

BROOKE SHİELDS'LE RANDEVUM VAR

Bizim ada ise en fazla 100x80 metre ebatlarındaki bir dikdörtgenin oval hal almış şekli kadar. Etrafını yüzerek dolaştık. Orta yerindeki orman içinde turistik bir tatil köyü var ve evler tek katlı ahşap ve sazdan yapılmış. Bar ve yemek yenilen bölümler de kumların üstünde, beton bir zemini yoktu. Ağaçlar arasında dışarıdan fark edilmiyor. Önlerindeki ağaçlara hamaklar bağlanmış.

Hamaklarda biraz uzandık ve coconut ağaçları arasından gökyüzünü seyrettim. Sonra yana dönerek okyanusa baktım. Çok tatlı bir manzara. Dinlenmek ve yüzmek için ideal bir bölge. Burada birkaç gece geçirmek, kumlara yatarak yıldızları seyretmek , sabah erken denize girmek, şnorkelle balıkları ve mercanları izlemek, rast gelirse kocaman kaplumbağalarla bakışmak nefis bir anı olur. Ancak, köpekbalıklarına dikkat etmek gerekir. Çünkü, buradakiler büyük ve saldırgan imiş. Fransız Polinezyasındaki gibi resiflerin oluşturduğu kocaman bir deniz havuzu şeklindeki steril deniz burada yok. Doğrudan açık okyanus ile bağlantılı kıyılarda yüzüyoruz. Bu düşünceler kafamda iken bir taraftan da denizi seyrediyorum.

Birden kıyıya yakın, sığ olduğu renginden anlaşılan bir bölgede yaklaşık bir salon halısı büyüklüğündeki bir alanda muazzam bir su kaynaması ve güneş ışığı parlamaları oldu. Belki yüzlerce balık suyun hemen üst sınırında oynaşmaya başladı. Henüz ilk 5-10 saniye olmuştu ki, bu kez havadan en az 10 civarında deniz kuşu bu kıpırtılı alana şimşek gibi dalışlar yapmaya başladı. Kuşlar ile balıklar arasındaki mücadele görülmeye değerdi kısa süre sonra bir anda deniz duruldu, kuşlar sakinledi, bir kısmı orada suya indiler, bir kısmı ise aynı hızla uçup gittiler. Balık yakalayıp yakalamadıkları anlaşılmadı.

Deniz o kadar sıcak ki bu kadar sıcak suda hiç yüzmedim, adeta termal bir su, hatta ara ara alevden bir nehir şeklinde akıntıya rast gelince insan haşlanacağım duygusuna kapılıyor. Denizin dibi sarı/beyaz kumluk ancak hemen sonra ara ara resif kayalıkları başlıyor. Bizi önce alt tarafı camdan olduğu için denizin içini oturduğunuz yerden seyrettiğiniz teknelerle şnorkel yapmaya biraz açığa götürdüler. Orada denize atladık. Denizin kumluk tabanı 30 metre derinlikte imiş ancak çoğunlukla resif kayaları olduğu için derinlik daha az. Yine de bazen beyaz/sarı kumları gözledik. Tabana değil de yan taraflara baktığınızda ise mavilik sonsuz bir şekilde gözünüzün önüne seriliyor.

En güzel mercanları burada gördük. Çok çeşitli ve değişik renklerle resiflere yapışmışlar. Sarı, mavi, beyaz, kızıl kahve renkler ağırlıkta. Şekilleri, kaplan postu, bahar dalı, kurumuş çalılık, bonus kafa şeklinde. Küçük veya çok büyük alanları kaplıyorlar. Aralarında ise yüzlerce renkli balık. En büyük boyutlu balıkları da burada gördük. Siyah beyaz dikine çizgili zebralar, kızıl kahve, sarı, bordo, mavi, lacivert ve bu renklerin tamamı üstünde olan balıklar her yanınızda. Teknelerden ekmek atıldığı için hemen yanımızdalar ve ufak ufak ısırıyorlar ya da vücudunuza değiyorlar. Büyükler daha dipte ve beşer onarlı topluluk halinde yüzüyorlar, insanlara çok yaklaşmıyorlar. Buz beyazı renginde ve çok uzun alt ve üst yüzgeçleri ve kuyruk yelpazeleri olan balıklar ise su üstüne yakın geziniyorlar ve bunlar kıyıya en fazla yaklaşan balıklar. Üzerlerinde belli belirsiz açık mavi enlemesine çizgiler vardı.

Tekneden ekmek atılınca tüm balıklar o bölgeye üşüşüyor ve su altından muazzam bir görüntüyü seyrediyoruz. Bu arada bir deniz anası yanımıza geldi. Suyun üstüne yakın yüzüyor. Tam gözümüzün önünde yavaş yavaş dans ediyor. Üç bölümden oluşmuş; Baş kısmı açık lila renginde, kat kat kenarları olan bir tas gibi , bunun ortası da değişik tonlarda açık mavilikler taşıyor. Orta bölüm beyaz ve dantel şeklinde halkalardan oluşuyor. Arka kısımda ise parmak kalınlığında ve 5 ila 10 santim arasında değişik uzunlukları üç adet çıkıntısı var. Bize değmemesine dikkat ederek çok yakından bu güzelliği seyrettik. Sonra yavaş yavaş mavi derinliklerde ilerledi ve gözden kayboldu. Daha sonra kıyıdan dalıp bir kez daha bu taraflara şnorkelle yüzdüğümde bir benzerini beyaz kumlu deniz dibinde ve hemen kumların üstünde gezinirken gördüm.

Tekne turumuz bir saat kadar sürdü. Sonra tekrar geri döndük. Bu kez kendi başımıza sahilde yüzdük, öğlen yemeği yedik ve yemek sonrası küçük adamızın hem içini yaya hem de çevresini yüzerek gezdik. En sonunda tekrar şnorkellerle denize açıldık ve resifli bölgeyi bir kez daha taramaya başladık. Doyumsuz bir güzellik. Burada saatlerce kalabilir insan.

JAWS AMA FİLMİ DEĞİL

Lav kayalarından oluşan resifler, bunlara tutunmuş mercanlar, beyaz kumlu deniz dibi ve etrafta çeşitli tür ve renkte balıklar. Resiflerin arası oldukça derin. Resifler ise yer yer suyun üst seviyesine yaklaşacak kadar dipten yüzeye yükseliyor. Aralarında derin vadiler. Lav kayaları delik deşik, kovuklar, yırtıklar ve küçük mağaralardan oluşuyor.

Bir ara kafamı sudan çıkardım, kıyıdan yaklaşık 50 metre kadar açılmışım, Gülsüm benden 20 metre kadar daha uzakta. Geniş bir alanı kaplayan bir resif üzerindeyim, yüksekliği ölçmedim ama resif oldukça yükselmiş ve etrafımdaki vadiler bayağı bir derinlik havası veriyor, şnorkelim başımda olarak tekrar suya battım, bu kez altımdaki mercanlara değil, yanlamasına giden derin ve yoğun maviliği seyrediyorum. İşte o anda tek başına hızlı hızlı yüzen köpek balığını gördüm. Daha önce birlikte yüzdüğümüz resif köpekbalıklarına göre çok daha büyüktü. Belgesellerde korkarak seyrettiğimiz canavarlara benziyordu.

Rehberin, "bad shark" sözü ve korkunç fotoğraflı broşür gözümün önüne geldi anında. Köpekbalığı kıyı ile benim aramdaki bölgede sağ tarafımdan geldi, hemen önümden sağa sola slalom yaparak geçti ve sola doğru bir daire çizerek uzaklaştı veya uzaklaştı mı?

Panik halinde kafamı sudan çıkardım, aslında yanlış bir hareket olan yatay pozisyonumu bırakarak dikine durmaya başladım, ayaklarımın resifin sivri ve keskin tepe kısımlarına ucu ucuna değdiğini fark ettim. O halimle, benden daha açıkta olan Gülsüme canhıraş bağırmaya başladım. Fakat, Gülsüm denize gömülmüş, altındaki mercanları ve balıkları seyrediyor. Başında maske şeklinde tüm yüzünü kapatan şnorkeli ile.

O kadar şiddetle bağırdım ki, beni duydu, kafasını kaldırdı, ben hala aynı panik halinde "köpekbalığı var, çabuk çıkalım" dedim. Ben önde, o arkada kıyıya doğru yüzmeye başladık. Resifin bitip beyaz kumlu tabanı görülen derin bölümü geçmek ne kadar uzun geldi bu kez. Kıyıya ulaştığımı anlayınca boy verdim ayaklarım kuma değdi. Hızla karaya doğru yürüdüm. Gülsüm de arkamdan denizden çıktı.

Durumu bir kez daha kıyıda anlatınca, benim korkusuz karımdan bir fırça yedim; "neden beni denizden çıkardın, ben o köpekbalığını görmek isterdim, hatta peşinden giderdim" demez mi? Dediğini de yaptı, tekrar suya atıldı ve köpekbalığını aramaya başladı.

Ben arkasından bağırıyorum "saldırırsa hiç beni çağırma, ben sadece buradan seyrederim, başının çaresine bakarsın" diye.

Gülsüm birazdan kös kös denizden çıktı, "göremedim yaa" diye hayıflanarak. Allahtan bizim köpekbalığı daha mantıklıymış, Gülsüme bulaşmadan orayı terk edip gitmiş.

Ancak, dönüş hazırlığı yaparken bir başka turist daha benim köpekbalığını aynı yerde gördüğünü, hemen denizden kaçtığını ve bir daha denize girmediğini anlattı. Gülsüm onu da dudak bükerek dinledi. Talihsizliğine bir kere daha sitem etti.

Akşam gemiye dönünce bu olayı anlattığımız Türk arkadaşlardan, daha önce Avustralya'ya gitmiş olanlar, Gülsüme yalvarmaya başladı "ne olur Avustralya'da aynı şekilde davranma, orada çok tehlikeli ve saldırgan köpekbalıkları var ve her taraf ikaz yazıları ve bu konuda görevli insanlarla dolu" diye. Bakalım Avustralya denizlerinde hangi tehlikeleri koşturacağız.

TEKNE İLE UÇMAK

Dönüş yolunda teknemizin en ön ucunda oturdum. Yanımda kimse yoktu. Ayaklarımı suya doğru uzattım. Sudan yaklaşık bir metre kadar yüksekteyim. Teknemiz daha hızlanmadan hemen önümde uçan bir balık bize yoldaşlık etmeye başladı. Suyun bir karış kadar üstünde teknenin hemen önünde 7-8 saniye kadar bir süre uçtu. Gemide iken de görmüştüm ancak bu kez çok yakından gözledim. Neredeyse renksiz ve şeffaftı, belki hemen altındaki deniz nedeniyle bana öyle geldi çok hafif bir mavilik taşıyordu. Balıktan ziyade kozasından yeni çıkan ipek böceği kelebeğine benziyordu, ince uzun bir gövdenin orta, ön ve orta arka kısımlarında ikişer kanadı vardı. Baş kısmını net şekilde fark edemedim. En fazla 4-5 cm uzunlukta idi. Tekrar suya batarak gözden kayboldu.

Teknemiz hızlandı, dalgalardan gelen serpintilerle sırılsıklam oldum. Bulunduğum yerden, bir teknede olduğumu görmüyor ve hissetmiyor, önüm ve yanlarım köpükler içinde bir deniz ve adeta ben onun üstünde uçuyordum. Bu güzelliğin faturası ertesi gün hafif bir ateş ve vücut kırıklığı ile çıktı. Çünkü, teknenin hızına bağlı olarak oluşan sert bir rüzgâr, tepemde yakıcı Ekvator güneşi, dalgalardan sıçrayan sularla sırılsıklam olmuş vaziyette sürüp giden bir yolculuk olmuştu. Ayrıca tekneden inince ayakkabılarımı giymeme ve yedek kuru tişörtümü hızlıca üstüme geçirmeme rağmen bu kez de klimalı midibüsün içinde bayağı üşümüştüm.

Dönüş yolculuğunda, iplere sıralanarak ağaçlara asılmış vaziyette satılan değişik balıklar ve sehpalar üstünde kocaman kırmızı yengeçler ve karidesler gördük. Yengeçlerin kol ve bacaklarını hareket etmesin diye sarmaşıklarla birbirine bağlamışlardı. Yerli balıkçılar yol kenarında müşteri bekliyordu.

Fiji'den çok hoş ve orijinal anılarla dönüyoruz. İki günlük gezimiz dolu dolu geçti. Fiji'nin şöhreti boşuna değilmiş. Haa! Bir de, Brook Shilds o ıssız adadaki "Mavi Lagoon"da randevusuna sadık kalarak hala yüzüyordu ama artık oldukça yaşlanmıştı.

OTANTİK Mİ DEDİNİZ?

Bugün Yeni Zelanda'ya doğru seyrediyoruz. Sıcak bir hava, bazen çok bulutlansa da güneşli bir gökyüzü altındayız. Yarın da aynı bugünkü gibi denizde olacağız ve doğrudan güneye doğru ilerleyeceğiz. Artık, yerlilere ait küçük pasifik adalarını bitirdik.

Buraları görünce, dünya büyük mü küçük mü iyice şaşırıyor insan. Kültür hayatı, yerleşim yerleri, insanlarının giyim kuşamı ve davranış kalıpları otantik halini yitirmiş olsa da dış görünüş ve zorlama bir algı ile burası başka bir dünya idi. Modernitenin her tarafı kapladığını ve dünyamızın artık tek bir köy haline geldiğini kendimizden saklayarak böyle düşünmek işimize geldi belki.

Şimdi sırada beyaz Avrupalının kendisine benzettiği ve çoğunluğu oluşturduğu Yeni Zelanda ve Avustralya var. (Yarın: Yeni Zelanda'ya Doğru, Harika Gösteri, Gırgır Ateist, İltimas, Gerçeküstü Manzaralar, Samanyolu)