BORA BORA'DA ZAMAN KAYBOLUYOR

Takvimle ilgimiz yok, hangi gündeyiz, bugün ayın kaçı haberimiz de merakımız da yok. Ertesi sabah Bora Bora'ya yaklaşıyoruz. Yine bir liman veya şehir yok. Kıyıda sazdan evler ve alabildiğince yeşil bir ada.


BORA BORA'DA ZAMAN KAYBOLUYOR

Bora Bora, Korkunç Bir Görüntü Bu Kadar mı Zevkli Olur?, Derin Denizde, Yok Böyle Bir Ada, Kano ile

 

 

26- BORA BORA, FRANSIZ POLİNEZYASI. 160 51’ Güney Enlemi, 1510 75’ Batı Boylamı

Bu bölgede takvimle ilgimiz yok, hangi gündeyiz, bugün ayın kaçı haberimiz de merakımız da yok. Ertesi sabah Bora Bora'ya yaklaşıyoruz. Yine bir liman veya şehir yok. Kıyıda sazdan evler ve alabildiğince yeşil bir ada.

Peş peşe gezdiğimiz üç adanın ortak özelliği volkanik ada olmaları ve bu nedenle hepsinin iki karakteristik özelliği var: İlki neredeyse bir dağ veya dağlar topluluğundan oluşuyorlar. Denizden diklemesine çıkan yüksek yamaçlar, yamaçlar arasında vadiler var. Tahiti'nin dağ tepeleri daha yüksek olmasına rağmen kayalık zirveleri yoktu ve tamamı yeşil bir orman örtüsü altında idi. Moorea ve Bora Bora'da ise çok belirgin ve devasa kayalık zirve alanları var. Bu kayalık zirveler, hayal gücünüze ve ışık ve gölge durumuna göre, değişik insan ve hayvan motiflerini size sunuyor. Ben upuzun yatan bir kadını, uzun saçlarını yana atmış bir başka kadın başı profilini, Abraham Lincoln'ün yüzünü, büyük bir yemek masasını ayırt edebildim örneğin.

İkinci karakteristik özellik ise deniz kıyılarının durumu. Bu adalarda açık deniz neredeyse hiçbir şekilde adanın kendisine ulaşamıyor. Yanardağ patlaması ve akan lavlar asıl adayı oluşturduktan sonra çepeçevre denize doğruda akmaya devam etmiş olacak ki, adanın asıl kıyısından denize doğru birkaç kilometrelik uzaklıkta oluşan ve neredeyse tüm adayı çevreleyen resifler ve bu resiflerle asıl ada arasında kalan ve asıl deniz güzelliğini oluşturan iç denizler oluşmuş. Resifleri ve onların oluşturduğu hattı, açık denizin oralarda patlayan beyaz köpüklü dev dalgalardan çok açık olarak görüyorsunuz. Bu nedenle bunlara bariyer resifleri deniyor.

İç deniz ise Moorea ve Bora Bora'da türkuaz renkli, beyaz kumlu genel olarak sığ, bazı kısımları ise çok derin ve ancak mutlaka dalgasız ve temiz sulardan oluşuyor. Ayrıca bu son iki adanın iç denizlerinin içinde küçük küçük birçok adacık daha bulunuyor. Tahiti'de ise siyah kum ve etrafında adacıkların olmaması ve resiflerin yer yer kesintiye uğraması nedeniyle doğrudan dev okyanus dalgalarının kıyılarına ulaşması sonucu farklı özellik gösteriyor ve bu farklılık Tahiti'de plaj ve yüzmeyi biraz ikinci plana atmış. Aynı nedenle deniz sörfü ise Tahiti'de daha çok göze çarpıyor.

Son iki ada, deniz üstünde yapılmış sazdan turistik tesisleri, dalma ve şnorkel etkinlikleri, köpek balıkları ve vatozlarla birlikte yüzme şansı ve hepsinin önünde beyaz kumlu, Hindistan cevizleri ile kaplanmış nefis kumsalları ve türkuaz renkli, cam gibi parlayan dalgasız temiz denizi ile bir yüzme cenneti.

Aynı zamanda bu adalar Ekvator kuşağında olduğu için her zaman 28 derece civarında bir sıcaklığa ve bol yağışlı havaya sahip. Bu nedenle her taraf tropikal ağaçlarla ve çiçeklerle kaplanmış. Tahiti dağları daha yüksek ve ada daha büyük olduğu için sanırım, hepsinden çok yağış alıyor ve bu nedenle oradaki ağaç ve çiçek bolluğu diğer iki adaya göre daha fazla. Ancak bu dediğimden diğer iki adada ağaçsız bir alan varmış sonucu çıkmasın. Hiçbirisinde herhangi bir toprak parçası görme şansınız yok. Yeşil renk her yere hâkim. O kadar ki, son iki adadaki kayalık zirveler dahi yeşile boyanmış gibi, çünkü yeşil bir sarmaşık ve çim örtüsü yine yeşil bir şal gibi kayaları dahi kaplamış. Tahiti'de ise bir tek ağacın üstünde başka birkaç ağaç daha çıkmış ve tüm ağaçlar sonsuz sayıda sarmaşıklarla birbirine bağlanmış vaziyette. Çiçekler ise tüm bu yeşillikleri bir taç gibi süslüyor.

Bora Bora'da sahile adım atar atmaz bir tekne ile anlaşıp tekrar denize açıldık. Kaptanımız orta yaşlı ancak enerji dolu ve yapılı bir erkek. İki yardımcısından birisi oğlu olduğunu tahmin ettiğim 10 yaşlarında bir çocuk, diğeri kara kuru, ön dişleri çekilmiş, saçı sakalı bakımsız gariban tipli orta yaşlı bir erkek. Çocuk asık suratlı, adam ise uyuşuk. Kaptanımız ise atom karınca; tekneyi götürüyor, şarkı söylüyor, gitar çalıyor, mola yerlerinde çapayı atıyor, çekiyor, denizin içine masayı atıp üzerini meyvelerle donatıyor, seyir anında arkaya geçip motorla uğraşıyor veya en öne gidip oralarda bir şeyler yapıyor, insan kafası büyüklüğündeki deniz kulağını çok güzel öttürüyor ve bu şekilde yolcularını yemeğe veya tekneye geri dönmeye çağırıyor. Tüm bunları ise büyük bir neşe içinde, gülerek ve devamlı bizlere bir şeyler anlatarak yapıyor. Başına ve göğsüne yerel büyük yapraklardan taç ve kolye yapmış o şekilde çalışıyor. Yardımcıları ara ara kaptan müzik yaparken ona diğer çalgılarla eşlik ettiler onun dışında pek bir şeye karışmadılar.

Deniz harikulade güzel. Önce derin olduğu lacivert renginden belli bölgeye girdik, gemimizin yanından geçip geldiğimiz açık denize doğru ancak iç denizin içinde yol aldık, sonra iki ayrı ada arasından geçtik ve bu arada deniz birden sığlaştı, türkuaz rengini aldı ve altındaki beyaz kumlar net olarak görülmeye başladı. Pırıl pırıl ve dalgasız bir su dünyasında süratle gidiyoruz. Etrafta küçük tropikal adalar ve onların beyaz kumsalları Hindistan cevizi ağaçları ile kuşatılmış. Türkuaz renk göz alabildiğince genişledi ve her tarafımızı kapladı.

Çok ilerlerde en dıştaki resifin üstünde patlayan beyaz köpüklerden açık denizin orada olduğunu anlıyoruz. Adaların bazılarında kıyılara veya kütükten yapılmış ve denize çakılmış kütükler üstüne kurulmuş ahşap ve saz damlı lüks tatil köylerinin yanlarından geçiyoruz, evlerin altlarından deniz geçiyor.

KORKUNÇ BİR GÖRÜNTÜ, BU KADAR MI ZEVKLİ OLUR

Biraz ileride demir atmış iki tekne ve etrafında denize giren yolcularını gördük. Onların yanına gittiğimizde korkunç bir tablo ile karşılaştık; Onlarca köpekbalığının üst yüzgeçleri denizdeki insanların hemen bitişiğinde. Sonra bizim teknenin yanına ve altına geldiler en az ikişer metre büyüklüğündeki köpekbalıkları dün olduğu gibi suyun üstüne yakın ve sinirli sinirli hızlıca etrafımızda dolanıyorlar. Ben bunları videoya alırken Gülsüm teknedeki herkesten önce kendisini bunların yanına cumburlop attı. Yedi sekiz köpekbalığı Gülsüm'le neredeyse bitişik şekilde yüzüyor, bazen yok oluyorlar hemen sonra tekrar ortaya çıkıyorlar. Alelacele şnorkelleri çıkardım, ben de denize atladım.

Şnorkeli taktım ve o şekilde denizin dibine baktığımda olağanüstü bir manzara ile karşılaştım. Üç köpekbalığı altlarında asalak orta boy balıkları olduğu halde bana doğru geliyorlar, dikkatlice bakmaya devam ettim, yanıma çok yakınlaştıklarında ani bir manevra ile etrafımdan geçiverdiler. Neredeyse bana değecek kadar yaklaşanın ufacık ancak delici şekilde açık ve sabit bakışlı sarı gözleri üzerimdeydi. Karşılıklı olarak herhalde birkaç saniye gözlerimiz birbirine kilitlendi. İlk kez, okyanus içinde bir köpekbalığını gözlerini bana dikmiş ve neredeyse elimle değecek kadar yakınımda gördüm.

Daha sonra bir saat boyunca bu sahneler defalarca tekrarlandı. Vatozlar aynı kare içinde ancak suyun dibinde ve neredeyse beyaz kumlara sürünerek yumuşak danslarını sürdürdüler. Ayaklarıma değerek geçerken bazen ben özellikle üstlerine ayaklarımı değdirdim. Sert kıllı dikenli uzun kuyruklarını elledim. Ara ara başka balıklar da yanımızdan geçti, hatta bunlardan birkaçı oldukça büyük, üstleri siyah altları gri renkli tombul gövdeli bizim ton balığı olarak bildiğimiz balıklardandı. Daha küçük ancak renkli balıklar da etrafımızda dolaştı. Deniz suyu insan boyunu biraz geçen bir derinlikte olduğu için rahat bir şekilde şnorkelle yüzdük, özellikle teknenin altı ve oradan çıkan köpekbalıkları çok değişik bir görüntü oluşturuyordu.

İstemeye istemeye bu rüyadan ayrıldık, teknemiz tekrar süratle adanın batı tarafına doğru yol aldı, değişik adacıkların arasında geçtik, iç denizde olmamıza rağmen su derinleşti ve lacivert renk aldı. Biraz sonra, uzaktan gemimizi gördüğümüz bir noktada durduk, demiri attık, kaptan yanındaki büyük torbasından ekmek çıkardı ve denize attı, biraz sonra suyun üstünde yüzlerce zebra balığı görünmeye başladı.

DERİN DENİZDE

Şnorkelleri başımıza geçirip kendimizi oldukça derin olan denize attık. Harikulade bir görüntü var karşımızda. Mavi deniz pırı pırıl ve berrak. Denizin dibinde mercan kayalıkları öbek öbek küçük adacıklar oluşturmuş. Üzerlerinde rengarenk mercanlar. Her tarafımızı saran zebra balıkları. Siyah beyaz dikine şeritleri her iki yanlarında. Kuyrukları ve alt üst yüzgeçleri kocaman. Gözleri çok belirgin. Etrafımızdaki ekmekleri kapış kapış yiyorlar. Birazdan ellerimize birer dilim ekmek alıyoruz, suyun içinde onlara doğru uzatınca elimizin etrafında onlarca balık uzattığımız ekmeği elimizden yiyor. Isırıkları bazen etimize değiyor, diğer elimizle onların dokunuyoruz, pırı pırıl bir görüntü.

Denizin içlerine baktığımızda sonsuz bir mavilik önce laciverte sonra sonsuz bir karanlığa doğru uzanıyor, yüzlerce balık bulutlar gibi dolanıyor bu sonsuzluğun önünde. Teknemizin çapası dipte zar zor görünüyor, uzun zincirini gözümle takip ediyor ve oradan teknenin altını seyrediyorum, zebra balıkları her yerde. Özellikle teknenin altından denizin öte tarafını seyretmek çok hoş oluyor.

Mercan kaya öbekleri arasında beyaz kumluklar denizin tabanını belli ediyor. Ara ara diğer renkli balıklar yanımıza sokuluyor, mavili, sarılı ve kırmızılı. Gezinin en coşkulu ruh hallerinden birisi içinde denizin içinde dolaşıyorum. Tüm yüzümü ve başımı kapatan maske şeklinde şnorkel içinde nefes alıp verebildiğim için kafamı suyun üstüne çıkarmama gerek olmuyor bu nedenle kesintisiz bir rüya devam ediyor. Ancak bu güzelliği de terk etmemizin zamanı geldi, kaptanımız kocaman deniz kulağını üflüyor, kalın bir ses etrafı sarıyor, tekrar tekneye çıkıyoruz.

YOK BÖYLE BİR ADA

Bu kez bir adaya ve oradaki plaja doğru gidiyoruz. Biraz sonra derin lacivert sular tekrar sığ ve türkuaz bir denize dönüşüyor. Öğlen güneşi bir de Ekvator bölgesinde olduğumuz için dik bir şekilde geliyor ve tüm deniz pırıltılı bir elmas gibi parlıyor, yanıp sönüyor, kıpırtılı suların altındaki beyaz kumları türkuaz sular örtüyor. Ara sıra mercan kayalıkları üstünden veya yanında geçerek adamıza yaklaşıyoruz, beyaz kumsalı, denize doğru uzanmış Hindistan cevizi ağaçlarını seyrediyoruz. Adaya iyice yaklaşınca, bir havuz gibi durgun, temiz, beyaz kum üstündeki şeffaf deniz üstünde yavaşça uçuyoruz.

Kaptana işaret ediyorum suya inebilir miyim diye, başıyla okey diyor, hareket halindeki tekneden suya atlıyorum, su sıcak, kumlara ayaklarım değiyor. Yüzerek tekneyi takip ediyorum, iyice yavaşlamış olan tekne kıyıya yakın bir noktada duruyor. Yolcular teker teker suya atlıyor, diz üstü civarı suda yürüyerek karaya ayak basıyoruz. Bizden önce gelmiş bir tekne ve insanlar biraz ileride.

Plaj bizim olduğumuz noktada denize doğru bir burun yaparak diğer taraf doğru dönüyor. Özellikle burun kısmı neredeyse denizle aynı seviyedeki beyaz kumsalı ve üç tarafındaki denizi ile nefis bir görüntü oluşturuyor. Çantamızı bir coconat ağacı altına bırakıp bu güzellik içinde yüzmeye başlıyoruz. Suyun boyumuzu geçtiği noktadan sonra tek tek mercan kayaları başlıyor. Biraz yüzdükten sonra kıyıya çıkıp şnorkellerle aynı noktaya dönüp suyun altını ve mercanları seyrediyoruz. Her zaman olduğu gibi mercanların içi ve etrafı renkli balıklarla çevrilmiş. Mercanları tırtıklayıp duruyorlar. Kaya oluklarında dinleniyorlar veya ürkünce kaya içlerine saklanıyorlar. Düz kumsallarda da ara ara balık görsek de tüm balıklar mercan kayalıklarında bulunuyor.

Burada mercan kayaları tek tek ve aralıklı bulunuyor. Birer otomobil büyüklüğündeki lav kütleleri aralıklı olarak düşmüş olmalı. Etrafları beyaz kumluklarla çevrili. Kayaların her birinin ağırlığı ile oradaki kumluk çukurlaşmış ve tam ortasında mercanlar. Einstein'ın, uzay-zaman anlatımı ve gezegenlerin kütlelerinin bir ağ şeklindeki evren düzlemini bükmesini anlatan kitaplardaki şekiller gibi görünüyor. Adeta kayanın kütlesi düz bir platform oluşturan kumluğu o noktada bükmüş ve kendisi bir çukurluğun merkezine yerleşmiş.

Her bir kayalığın etrafında dönüyoruz balıklarla beraber. Kocaman kayalar arasından süzülerek geçerken boğazın iki yakasında saklanan, duran veya kaçan rengarenk balıkları seyrediyoruz.

Tekrar kıyıya çıktım, şnorkeli çıkarıp, burnun diğer tarafına yürüyorum. Biraz ileride tamamen denizin üstüne kurulmuş, ahşap, sazdan çatılı kulübelerden oluşan lüks tatil köyü bulunuyor. Kumsalın bittiği yerde sık ağaçlardan oluşan orman başlıyor.

Karşımızda asıl adanın yüksek dağı. Sivri tepelerinin arasında düz bir duvar şeklinde devasa bir başka tepe, bunun üst tarafı da dümdüz şekilde. Havanın değişmeyen ısısı ve yoğun yağmur nedeniyle aslında devasa ve düz bir kaya bloğu olan bu tepe bile yeşile boyanmış otlar ve sarmaşıklarla. Çok ilerlerde gemimiz ve onun karşısında ilk çıktığımız iskele ve civarındaki seyrek yapılar görünüyor.

Çalışkan ve enerjik kaptanımız bu arada teknenin hemen yanına ve denizin içine masayı atmış, üzerinde, ananas, coconat, karpuz ve papaya dilimlemiş ayrı tabaklar halinde. Deniz kulağını öttürerek bizi çağırıyor. Her birinden birer dilim alıyorum. Sonra tekrar berrak sularda yüzdükten sonra dönüş zamanı geliyor. Dönüşte, kaptan ve iki uyuşuk yardımcısı gitar ve darbuka eşliğinde yerel şarkılar söylüyorlar.

BİR BAŞKA PLAJ

İlk İskeleye geldik. Daha vaktimiz var. Biraz etrafta yürüyoruz. Plajlara giden yerli araç sahipleri ellerindeki reklam panolarını göstererek müşteri çağırıyor. Birisine binerek yaklaşık 20 dakikalık bir karayolu ile güzel bir plajda iniyoruz. Burada da beyaz kumsalı, bir-bir buçuk metrelik türkuaz deniz çevreliyor. Plajın uzunluğu en az 2-3 km kadar. Resiflere uzaklığı ise yine en az 2 km kadar. Orada patlayan dev dalgaları ve beyaz köpükleri seyrediyoruz. Ondan sonrası açık okyanus.

Tüm adayı resifler çepeçevre sardığı için plajımız dalgasız bir iç deniz halinde. Geniş bir alanı gölgesi ile kaplayan bizdeki kauçuk ağacı benzeri büyük bir ağacın gölgesine oturuyoruz, havluları beyaz kuma serip uzanıyoruz. Hemen arkamızda 5 erkekten oluşan yerel bir gitar ve küçük davul benzeri aletleri çalan ve içinde sıkça Bora Bora nakaratı geçen şarkılar söyleyen bir müzik gurubu var. Çok yumuşak ve tatlı bir havada şarkılarını söylüyorlar.

Yatmaktan sıkılınca bu kez denize girdik, önce biraz yürüdük su içinde, çok sık olmasa da ara ara deniz kestaneleri var. Birisini elimize alıp inceledik, dikenleri kısa ve orta sertlikte, kıpır kıpır hareket ediyor. Tekrar suya bırakıyoruz. Su göğsüme yükseldiğinde ileriye doğru yüzmeye başlıyorum. Hiçbir zaman boyu geçmeyen devasa bir havuz burası. En ileri noktaya gidince bu kez mola noktamıza değil plajın en uzak köşesine doğru yüzüyoruz. Kıyıya çıkıp, oradan yürüyerek büyük ağacımıza doğru ilerliyoruz. Güneş muazzam derecede yakıcı. Kumların üstü ise şaşırtıcı şekilde sıcak değil. Ağacın altındaki gölge serin. Sıcaklık 29 derece civarı. Kumlar kızgın değil ama güneş dik bir şekilde geldiğinden insan vücudunu yakıyor. Zaten son iki günkü şnorkel keyfinin faturasını takip eden 3-4 günde kızarmış, sonra kararan, sonra tel tel dökülen ve bu arada canımızı acıtan sırt acısı ile geçirdik.

İnsanlar yavaş yavaş gemiye dönmeye başladı, biz de toparlandık, geldiğimiz araç benzeri bir başka kamyondan bozma otobüsün tahta sıraları üzerinde gemimize doğru yola çıktık. İskeleye gelince geminin botu ile gemiye doğru hareket ettik.

KANO İLE DÜNYA REKORU

Bu arada çok hoş bir yarışa da şahit olduk. Botumuz hızla yol alırken, hemen bitişiğine yerli bir delikanlı kullandığı yerel orijinli ancak fiberglastan yapılmış tek kişilik ince uzun ve bitişiğinde kendisine başı ve kıçından ince atkılarla bağlanmış daha küçük bir benzeri olan kanosu ile yanaştı. Elinde tek bir kürek ile (o da ara ara kürek çekmesine rağmen) tamamen bizim hızda ve yedeğimizde olarak bizle birlikte ilerlemeye başladı. Sanırım bizim dalgamızın gücü sayesinde ilerliyor. Arada iki kürek çekince bizi geçiyor o zaman elindeki küçük ve yayvan kürekle fren yapıyor ve yerini bu şekilde sabit tutuyor. Yüzündeki gülümseme ile bize bakarak yolculuğuna devam ediyor. Aslında bir sürat motoru hızında gidiyoruz. Bu nedenle biz yolcular, yerli genci hayranlıkla takip ediyoruz. Onun dışında bir başka yerel kanocu da bizi takip etmeye çalıştı ancak başarılı olamadı ve geride kalıp vazgeçti. Çünkü, onu götürecek bir dalga yoktu. Bitişiğimizdeki kano gemiye kadar bize eşlik etti, ben dahil birçok kişi bu yarışı videoya aldık. En sonunda botumuz yavaşlayınca, yerli genç alkışlar arasında bizi terk etti ve gülerek hepimizi selamladı.

Duş ve kıyafetlerimizi değiştirdikten sonra en üst güverteden bu güzel adalar topluluğunu, balta girmez ormanlarını, sazdan kulübeleri, türkuaz ve berrak denizi, bu denizi çevreleyen lacivert Pasifiki ve ikisi arasındaki bariyer resiflerini, bu resifleri belirgin hale getiren devasa dalgaların oradaki kırılmalarını ve etrafa saçtıkları köpükleri ve resifi aşan şelalelerini seyrettik.

Fransız Polinezyası, bildiğimiz dünya dışında bir dünya. Gemideki yoldaşlar aramızda konuşuyoruz hangisi en güzel diye. Daha çok Bora Bora ve Moorea isimleri zikrediliyor. Ben de oyumu Bora Bora'dan yana kullanıyorum. Dört gün boyunca dağlarında ve denizlerinde dolaştığımız adalara bir de gemimizden ve uzaktan baktığımızda, bunların filmlerde gördüğümüz hayali King Kong adası ya da dünya dışı Avatar gezegeni olduğunu düşünüyoruz. Ülkemizi göre, yer kürenin tam ters tarafındayız. Normal şartlarda, uçakla dahi çok uzun zamanda ve büyük paralar harcanarak gelinebilecek yerlerde olmanın tarifsiz mutluluğu içindeyim.

Şimdi tam batıya doğru yol alarak önce Amerikan Samoa'ya sonra Western Samao'ya gideceğiz.

(Yarın: PASİFİĞİN ORTASINDA İKİ GÜN VE SONRASINDA İKİ AYRI TAKVİMLİ SAMOALAR)