DÜNYANIN EN DEĞERLİ ELMASI: HAWAİİ'DEYİZ

Lavlarla kaplı bölgede en az 30 kadar evde insanlar yaşamaya devam ediyor. Buradaki lav akışı en son 6 ay önce olmuş. Evlerin bir kısmı yanmış ve lavlar altında kalmış.


DÜNYANIN EN DEĞERLİ ELMASI: HAWAİİ'DEYİZ

Dünyanın En Değerli Elması: Hawaii, Hilo, Cehennemin Hemen Üstünde, Volkandan Değil Tsunamiden Korku

DÜNYANIN EN DEĞERLİ ELMASI: HAWAİİ

16 Şubat saat 06 civarında güverteye çıktığımda Hawaii takımadalarının en büyüğü olan ve ilk liman şehrimiz Hilo'nun bulunduğu "Büyük Ada"yı denizden görüyorum. Kıyıya çok yakın ve paralel şekilde yol alıyoruz.

Denizden 20-30 metrelik dik bir yamaç şeklinde yükseliyor ada bu kısımlarda ve ilk evler bu yamaç üzerinde seyrek bir şekilde serpiştirilmiş. Her taraf yeşil. Çok yüksek olmayan ağaçlı bölgeler bölüm bölüm ayrılmış ve aralarındaki boşluklar tarımsal amaçlı tarlalar halinde ama yine yeşillikler içinde. Neyin ekili olduğunu uzaktan seçemiyorum.

Burası aslında tek bir dağ. Pasifiğin ortasından yükselmiş ve hala aktif olarak lav püskürten ya da daha çok lav akıtan bir yanardağ üzerine çıkacağız birazdan. Deniz seviyesine göre değil ama dağların tabanından itibaren yükseltilerini esas alırsak dünyanın en yüksek dağı buymuş.

Everest'ten çok daha yüksekmiş ancak büyük kısmı okyanusun altında olduğu için göremiyoruz. Yeşil bant kıyıdan 5-10 km sonra bitiyor ve sırasıyla önce kızıl kahve, sonra gri kahve sonra tamamen kaya grisi şeklinden geniş şeritler halinde hiçbir yeşillik barındırmayan donmuş lav kayalıklarının oluşturduğu üst bölümler başlıyor ve bu şekilde zirveye kadar devam ediyor. Tek bir dağ ama çok geniş bir alan kaplayarak yükseliyor ve zirvesi de keskin bir sivrilik halinde değil de daha yayvan bir tepelik olarak bitiyor.

Zirve açık bir şekilde görülürken daha alt bölümleri sabahın bu ilk saatlerinde şerit halinde denize paralel uzanan beyaz bulutlarla kaplı. Bulut şeridi çok yoğun ve geniş olmadığından dağın ancak üst orta kısımlarını kapatıyor. Ancak birkaç saat sonra bu bulutlar çoğaldı, zirveye doğru yükseldi ve dağın zirvesi dahil tüm kayalık üst bölümlerini ve dağın üstündeki şimdi maviliğini gördüğümüz gökyüzünü kapladı. Tüm gün bir daha dağı görmedik. Sadece yeşillik olan alt kısımlarını görebildik.

Gemimiz kıyıya paralel yol almaya devam ediyor ve Hilo kasabasının şehir merkezinin önünden geçiyoruz. Toplu mahal olarak küçük bir kasaba şeklinde ve çok katlı bina yok. Geniş bir alan içinde tamamen yeşilliklerle çevrilmiş sokaklar, evler, dükkanlar ve tabii ki merkezdeki kiliseyi seyrediyoruz. Bu bölgede, biraz önceki yamaçlar son buluyor ve kasabanın denize sıfır bir şekilde kurulduğunu görüyoruz.

Sonra evler seyrekleşti, deniz doğal bir kanal şeklinde ada içine doğru girdi. Kayalık bir kıyı bu kez küçük bir yarımada şeklinde denize doğru ilerliyor ve bu küçük yarımada ile asıl ada kayalıklar arasına dikilmiş beton direkler üzerinden geçen bir köprü/yol ile birbirine bağlanmış. Onun yanında orta büyüklükte ve beş kattan oluşan ve şu ana kadar burada gördüğümüz en yüksek bina olan beyaz renkli bir otel yer alıyor.

Biraz sonra ise bağlanacağımız liman başlıyor ve demirleyip duruyoruz. Yaklaşık bir saate yakın olarak ada kıyılarına niçin yakın ve paralel yol aldığımızı ve doğrudan açık denizden bu limana girmediğimizi geminin diğer tarafına geçtiğimizde anlıyoruz. Şu anda demirlediğimiz limanı içine alarak başlayıp en az 2 km uzunluğunda siyah volkanik taşlardan bir dalgakıran yapmışlar. Yüksekliği denizin hemen üstünde bitiyor ve açıktan gelen dalgaların en üstteki köpükleri ile yer yer bizzat dalganın kendisi bu dalgakıranın üstünden iç tarafa atlıyor. Dalgakıranın açık ucu benim biraz önce dik yamaçlı bölge dediğim tarafta olduğu için gemimiz önce oraya yaklaşıp kıyıya paralel olarak büyük bir yay çizerek ve Hilo'nun denizden bakışımıza göre sağdan sola tüm kıyılarını, kanal ve küçük yarımada bölgesini, otel önünü geçip ondan sonra asıl limana girebilmiş.

22- HİLO, HAWAİİ, A.B.D. 19.73 Kuzey Enlemi, 155.09 Batı Boylamı

Fazla oylanmadan kıyıya çıktık, hula dansı yapan kızlar ve tatlı nağmeleriyle Hawaii müziği bizi karşılamadı ne yazık ki. Ama boynumuza taze koparılmış mor-pembe renkli çiçeklerden oluşan büyük kolyelerimiz takıldı. Kolyeyi takan 70 yaşlarındaki ak saçlı beyaz Amerikalıyı, 20 yaşlarında uzun siyah saçlı yerli kızı olarak hayal etmeme Gülsüm bile itiraz etmedi, çünkü o da aynı şeyi düşünmüş.

Burada aktif bir yanardağ ve ateş saçarak akan lavları görmek istiyoruz. Onun için birkaç alternatif içinden, elindeki panoda volkan yazılı yerli rehberin yanına gittik. Bizim gibi turistler adamın etrafını sarmış durumda. Hızlı bir İngilizce ile bir şeyle anlatıyor ve elindeki panonun arkasında sıra sıra yazılmış gezi noktalarını gösteriyor. Volkan görme aşkına bununla anlaştık ve gösterdiği araca bindik. 15 kişilik bir küçük minibüs bu. Aracın içi akan lavları gösteren resimlerle dolu.

Biraz sonra hareket ettik, önce şehir merkezindeki deniz kıyısında bulunan rekreasyon alanına girdik. İçinde ayrıca bir Japon bahçesi var. Denizin doğal uzantısı olan kanallar ve iç göletler arasında çok güzel bir çim, ağaç ve çiçek harmanı. Birer incir ağacı olan Banyan ağaçları sıra sıra yol boyunca uzanıyor.

Bunlar tek bir ağaç olmasına rağmen, ana gövdenin bitip dallanmanın başladığı yerlerden çıkan yeni sürgünlerin aşağıya doğru uzaması ve yere değdikleri noktalarda kök atarak yeni bir ağaç halini almaları ve bu durumun ilk ana gövdenin her tarafında ve sayısız kere tekrarlaması sonucu gövdeler halinde başlayan neredeyse 30-40 ağaç topluluğunun bir arada olduğu yaklaşık 10 metrelik çapları ve 20 metre civarında yükseklikleri olan dev ağaçlar. Taçlarının oluşturduğu dairenin çapı ise belki 30 metre. Gövdeyi oluşturan dallar yaşlarına göre inceli kalınlı ve aşağıdan yukarıya mı, yukarıdan aşağıya mı gidiyorlar belli değil. Asıl ana gövde ise bu dal/gövdeler arasında ayrıca fark edilmiyor. Ölümsüzlüğü simgeleyen yaşam ağacı olarak adlandırılan bu ağaçlar tek başlarına bir orman görüntüsü veriyorlar. Görsel olarak bize, çok farklı ancak bir o kadar da güzel geliyor.

Dalgakıranın ayırdığı iç liman bölgesinde olmamıza rağmen sahil büyüklü küçüklü ağaç gövdeleri ve dallarla dolu. Deniz bunları buraya fırlatıp atmış adeta.

Buradan ayrılıp gökkuşağı şelalesinin olduğu daha iç bölgeye gidiyoruz. Orman içinde kayalık bir zemin ve yaklaşık 20 metrelik bir şelale. Yağmur mevsiminde olmadığımız için ırmak suyu az ve şelale kuvvetli akış göstermiyor.

Ancak yine de suyun düşüşü, şelale altındaki küçük göl ve oradan tekrar akmaya başlayan nehir ve daha önemlisi her tarafın rengarenk çiçekler açmış değişik ağaçlarla kaplı olması bize görsel bir ziyafet sunuyor.

Burada da devasa banyan ağaçları var. Hatta 4-5 tanesi birbirlerine daire şeklinde yaklaşık olduğu için muazzam bir öbek oluşturmuşlar. Aralarından güneş sızmıyor, çok dallı gövdeleri toprak ile yapraklanmanın başladığı beş metrelik yükselti arasında ve yine aşağıya doğru mu yoksa yukarıya doğru mu gittikleri belli olmuyor ve bunlara ilave olarak toprak üstünde giden ve her tarafı sarmış devasa kökleri biraz da bir başka dünyaya gelmiş hissi yaratıyor insanlarda ve herkes burada fotoğraf çektiriyor.

Şelale suyu çok fazla olmadığı için gökkuşağı oluşmuyor önünde. Şelale arkasındaki mağara karşıdan bakınca görülüyor. Şelale gölünün duvar gibi yükselen kayalık kenarlarındaki izlerinden ve oralara asılı kalmış dal ve kütük parçalarından suyun en az 7-8 metre daha yükseldiği dönemlerin olduğunu anlıyoruz.

CEHENNEMİN HEMEN ÜSTÜNDE

Buradan artık lav bölgesine geçiyoruz. En uzun yol mesafesini bu aşamada yaptık. Tüm kasabayı ve onu saran çevre mahalle ve semtler ile meskun olmayan ormanlık alanları gördük. Ayrıca değişik isimli ve daha küçük yerleşim yerlerinin içinden veya kenarından geçtik. Ormanlık bölgenin bir yerinde asfalt yolun bozulduğunu, asfaltın yok olduğunu ve yolun kumlu/topraklı bir hal aldığını gördük.

Yolun her iki tarafına da tehlikeli durumlar için trafik polislerinin koyduğu konik şeklindeki kırmızı beyaz renkli aparatları dizmişler. Orman içine giden patika yolları ise ayrıca şeritle çekerek kapatmışlar. Arabamız durdu ve rehber buranın lav akış bölgesi olduğunu ve dumanları görebileceğimizi anlattı. Gerçekten hemen yolun kenarındaki ağaçlar arasındaki zeminden dumanların yükseldiğini gördük.

Burada adeta cennet ve cehennem bir arada yada aralarında en fazla bir metrelik bir yükseklik farkı var. Çünkü, kökleri biraz daha derine giden büyük ağaçların hepsi kurumuş ancak daha küçük ve çalı tipi ağaççıklar yada sarmaşıklar kökleri yüzeye yakın olduğu için canlarını korumuşlar. Zeminden bir metre aşağıda lavlar akıyor ancak hemen onun üstündeki bir metre kalınlığındaki toprak hava ve nem şartları nedeniyle canlılar için bir yaşam pınarı olmaya devam ediyor.

Tekrar yola koyulduk. Toprak yol 100 metre sonra tekrar asfalt yola dönüştü. Birkaç km sonra ise asfalt yol tekrar ve kesin olarak bitti. Burası simsiyah donmuş lavların her tarafı işgal ettiği ve bu durumun göz alabildiğince uzanıp gittiği bir bölge. Geldiğimiz tarafta ormanlık bölge görülüyor ancak ilerimiz deniz ve yaklaşık 2-3 km uzaklıktaki denizi görebiliyoruz. Denize bakışımıza göre sağ tarafımız (belki 10 km.lik bir alan söz konusu) siyah renkli soğumuş lavlar ve sonrasında ise dağın yamaçları ile çevrili. Daha ilerisini ise bulutlar nedeniyle göremiyoruz.

Lavlarla kaplı bölgede en az 30 kadar evde insanlar yaşamaya devam ediyor. Buradaki lav akışı en son 6 ay önce olmuş. Evlerin bir kısmı yanmış ve lavlar altında kalmış. Özel tapulu mülkiyetleri olduğu için lavlar soğuyunca bu insanlar tekrar aynı yerlerine taşınmışlar ve evlerini tekrar kurmuşlar. Ancak elektrik ve suları yok. Jeneratör ile elektrik sağlıyorlar ve yağmur sularını biriktirerek kullanıyorlarmış. En kenardaki bir ev ve bahçesi ise yemyeşil ve çiçekler arasında eskisi gibi duruyor. Sağından, solundan ve arkasından lavlar geçmiş ancak ev ile bahçesine ve ön taraftaki bağlantı yoluna kadar olan kısma dokunmamış. Rehber, "şanslı adam" diye anlatıyor durumu.

Lavlar üzerinde yürüyoruz, oradaki bir evin hemen kapısına kadar gidiyoruz. Bahçesi tabii ki yok ancak yer yer mıcır ve tahta parçacıkları ve talaş dökerek oluşturulan küçük alanlarda domates ve kabak yetiştirmiş. Ayrıca iki incir ağacı, iki narenciye ve beş altı tane papaya ağaç fidanı daha saydım. Begonvil ve başka çiçekli sarmaşıklar da vardı. Saksı içlerinde ise üç değişik çeşit orkide gördük.

Zemini oluşturan lavlar çok hafif. Hemen dağılıyor elinizde. Rehber bana küçük bir parça verdi ve suya attığımda sünger gibi batmadan suyun üstünde duracağını anlattı. Kömür siyahı renginde ancak üzerindeki noktalar halindeki mineraller nedeniyle parlıyor. Çok yavaş ilerlediği ve birbirini takip eden yuvarlak'ımsı diziler oluşturduğu anlaşılıyor. Yer yer yarıklar oluşmuş ve bu yarıklar en fazla bir metre derinliğe kadar gidiyor. Yarıkların yan duvarları daha mat renkte ve beyaz çizgiler hatta ince şeritler halinde başka tür elementler görülüyor. Bunlar tuz mu yoksa kireç taşı mı anlayamadım.

Fakat tüm arzumuza rağmen kızgın lav ya da yanarak püsküren bir şey göremedik. Müthiş görseller oluşturarak dereler şeklinde zeminde ilerleyen ya da yamaçlardan denize bir şelale gibi dökülen lavların resimleri ile yetinmek zorunda kaldık. Ancak hemen altımızın kızgın lavlarla kaplı olduğu bilgisi ve buranın her an patlayacağı yada en azından göçükler oluşturarak akmaya başlayacağı duygusu ister istemez bir korku yaratıyor.

VOLKANDAN DEĞİL TSUNAMİDEN KORKUYORLAR

Buranın halkı volkandan, patlamadan veya lavlardan korkmazlarmış. Onların korktuğu şey dağlardan değil denizden geliyor ; Tsunami. Pasifik Okyanusu çepeçevre dünyanın en büyük fayları ile çevrili ve en uzak yerdeki bir büyük deprem bile tsunami olarak burayı tüm tarihleri boyunca yıkıp mahvetmiş.

Bu nedenle tsunami alarm sistemleri her an tetikte. Ancak, örneğin liman girişindeki binadaki büyük duvar resimlerindeki birbirini takip eden tarihlerden ya da 1960 tsunamisinde duran ve sonradan anıt haline getirilen tsunami saatinden ve onun yanındaki kitabe ve resimlerden tsunaminin korkunçluğunu anlayabiliyoruz.

Dağlardan ve donmuş lavlardan sonra sıra plaja geldi. Buradaki plajların ortak noktası doğrudan açık denize kıyı olmamaları. Bunu sonraki iki günümüzü geçirdiğimiz Honolulu'da da gözledik. Okyanustan gelen dalgalar o kadar şiddetli ve yüksek ki hem oralarda yüzülemez hem de muhtemelen ortada kumsal kalmaz.

Ancak denize girilen plajların ön taraflarındaki deniz içinde mercan resifleri var ve bunlar gizli ve doğal birer dalgakıran görevi görüyor. Resiflerin kıyıya uzaklıkları plajına göre değişmekle beraber yüz metreler civarında olduğunu gözledim. Resifler ile kıyı arasındaki bölge adeta devasa ve doğal deniz havuzları. Dalga yok ve derinlikleri yer yer açık denizi aratmıyor.

Burada denize girmedik sadece sahilde yürüdük. Çünkü hava aralıkla da olsa yağmurlu ve rüzgarlı idi. Ancak denize giren çok sayıda insan vardı. Honolulu tecrübemize göre hava sıcaklığı ile deniz sıcaklığı birbirine eşit gibi ve 22 derece civarında olunca denizde veya denizden çıkınca üşümüyorsunuz.

Buradaki sahilin deniz ile birleştiği bazı yerlerde deniz suyu taşarak arka taraftaki alçak zeminleri işgal etmiş ve böylece hemen deniz kıyısında doğal deniz suyu havuzları oluşmuş. Bazen bu tür sulu alanlar kanallar ve göletler olarak çok daha büyük alanlara yayılmış ve sahildeki karayolunun diğer tarafına geçmiş. İnsanlar buralarda da yüzüyor.

Özellikle, denize sıfır derecesinde yakın havuzlar ideal yüzme yerleri. Temiz ve durgun su ve kenarları yeşil çimlerle kaplı. Tüm bölge uzunlu kısalı Hindistan cevizi ağaçları ve değişik başka tropikal ağaçlarla çevrili olunca orman ve deniz içinde bir vaha gibi duruyor bu havuzlar. Deniz kıyısındaki kumsal ise siyah renkli kumlardan oluşuyor. Çünkü tüm ada soğumuş ve dağılarak kuma dönüşmüş lavlardan oluşuyor.

Plajdan sonraki son gezi noktamız is buraya mahsus bir tür fındık bahçesi ile bu fındığı işleyen fabrika ve satış mağazası oldu. Orta boy ağaçlarda yetişen macadamia isimli bu fındık/ceviz karışımı kuruyemiş çok güzel bir dokuya ve aromaya sahip. Tuzlanmış olarak yendiği gibi, çikolatalı, Hindistan cevizli, mangolu veya sade olarak da işlenmiş ve paketlenmiş olarak satılıyor. Ben Hindistan cevizli ve çikolatalıyı tercih ettim çünkü bu gezi sayesinde hem taze meyvesi suyu veya etli kısmı olsun hem de kurutulmuş şekliyle her tür yiyeceğe eklenen haliyle olsun Hindistan cevizi aşığı oldum. Ülkemizde Hindistan cevizini hiç sevmezdim, kokusu bana itici gelirdi. Muhtemelen çok bayatlamış olarak bize ulaştığı için böyle bir tat bırakmış bende. Ancak buralarda çok leziz bir tat ve kokuya sahip. Suyu, etli kısmı ya da bunun kurutulmuş hali ayrı ayrı cezbedici geliyor artık bana.

Araçla gezimiz bitti. Gemimizin kalkmasına ise üç saat daha var. Bu nedenle doğrudan Hilo içlerini gezmeye başladık. Her gün kuruluyor mu bilmiyorum ama bugün yerel köylü pazarı vardı. Çeşit çeşit sebzeler ve meyveler satılıyor. Muz, mango, papaya, avokado, limon, mandalina ve ismini bilmediğim buralara mahsus bir çok çeşit meyve. Çeşit çeşit kabak, fasulye, börülce, patlıcan ve değişik patates türleri. Domates ve salatalıklar da değişik boylarda sıralanmıştı. Birer avokado ve onlara sıkmak için limon aldık. Avokadoları bizdekilerin 2-3 misli büyüklükte, daha sulu ve lezzetli. Çarşı içindeki dükkanlardan ise burada üretilen kahve ve sıcak çikolata yapmak için toz kakao aldık. Buranın ürünleri özel bir lezzete ve aromaya sahipmiş. Çünkü, lavlardan oluşan toprağı aynı nedenle çok zengin ve değişik mineraller içeriyor ve bunlar da tüm tarımsal ürünlere ayrı ve özel bir lezzet katıyormuş. Bu durum özellikle kahve ve kakaoda kendisini belli ediyormuş.

Araçla ya da yaya olarak tüm bölgeyi gezdik. Yüksek katlı yapı yok. Evler aynı Los Angeles benzeri bitişik bahçeli ve ahşaptan oluşuyor. Ön bahçe yol kenarında ve büyük çoğunluğunda yoldan ayırıcı bir çit yok. Çim, peyzaj ağaçları ve çiçekleri her yerde. Genellikle tek katlı evler. Yine Amerika'daki tüm bahçeli evlerin ortak özelliği olan araba garajları evin ön tarafında ve ön cephenin yarısını kaplamış durumda. Araba garajı buralarda evin en önemli ve ayrılmaz bir parçası gibi. Bizdeki gibi teferruat olarak görülmemiş ve adeta evin bir ferdi gibi en ön cepheden ona bir bölüm ayrılmış. Her evin bahçesinde araç veya araçlar var. Bazen yol kenarına da park edilmiş ancak kaldırıma değil. Açık olan garajlardan gördüğüm kadarı ile buraları aynı zamanda bir depolama alanı ve atölye olarak kullanılıyor. Sadece araçlarının kapalı park yeri değil.

Tüm kasabayı dolaşa dolaşa gemimize geri döndük. Biraz sonra da demir alarak Hawaii'nin başkenti ve en büyük şehri Honolulu'ya doğru yola çıktık.

Gemi hareket ettikten biraz sonra kaptan yaptığı anons ile yarın sabah 06.30 da Honolulu önlerinde olacağımızı söyledi ve bu güzel şehri ve gündoğumunu seyretmek için tüm yolcuları güverteye çıkmaya davet etti.

(Yarın: Honolulu, Hawaii, Koko, Sen Ne Biçim Bir Şeysin, Duman Ettin Bizi, Muhteşem Honolulu Gecesi)