AFRİKA'DA EV KİRALAYIP TATİL YAPAN TÜRKLER VAR

Bugün günlerden Çarşamba, Guatemala'dayız. Sabah gün ağarırken güverteye çıktık ve bulutsuz bir havada nefis bir gündoğumu manzarası izledik. Bir saat sonra gemimiz küçük bir limana yanaştı.


AFRİKA'DA EV KİRALAYIP TATİL YAPAN TÜRKLER VAR

Puerto Quetzal, Guatemala

16- PUERTO QUETZAL, GUATEMALA. 130 92’ Kuzey Enlemi, 900 79’ Batı Boylamı

Bugün günlerden Çarşamba, 30 Ocak 2019. Guatemala'dayız. Sabah gün ağarırken güverteye çıktık ve bulutsuz bir havada nefis bir gündoğumu manzarası izledik. Bir saat sonra gemimiz küçük bir limana yanaştı.

Gitmek istediğimiz Altita Gölüne araba aradık ancak ne yazık ki, yol uzak ve dağlık olduğu için araba yokmuş. Buraya yakın olan Antigua şehrine de biz gitmek istemedik, çünkü, son iki gündür gezdiğimiz şehirlerin aynısı ve geçen seneki Meksika gezisinde benzerlerinde çok dolaşmıştık.

Bu nedenle liman bölgesinde kaldık, yerel dükkanları gezdik ve alışveriş yaptık. Geleneksel yöntemlerle kumaş dokuyan kadınları seyrettik. Turistleri karşılamak için toplanmış yerel bir orkestra bize müzik çaldı. Bir yerde kahve içip wi-fi'ya girdik. Burası, Meksika sınırında ve Meksika'nın güneyi gibi Maya kültürü ve insanlarının ülkesi. Mayalar, tüm samimi yakınlıklarına ve güler yüzlü iyiliklerine rağmen fiziki olarak çirkin insanlar. Kısa boylu, kısa boyunlu, şişman ve koyu tenli kocaman suratları var.

Etrafta gezecek başka bir şey olmadığından erkenden gemiye döndük. Bir şeyler yedikten sonra bu yazıyı yazdım. Daha sonra, karada yapacağımız yürüyüşler yerine gemi içinde spor yaparak vaktimi değerlendirdim.

Bugünkü akşam yemeğinde üzücü bir olay yaşadık. Masa arkadaşımız 60 yaşlarındaki Alman çift, kendi aralarında kavga etmişler.

Geçen iki akşam, Alman kadın masaya gelmedi, sadece kocası geldi. Sorduğumuzda, bilmiyorum ama aramızda bir mesele var demişti. Bu akşam da erkek tek başına geldi ama biraz sonra karısı yanında bir başka Alman kadın ile geldi.

Karı koca, bizlerin yanında konuştular. Adam, sert ve umursamaz cevaplar verince kadın bozulmuş olarak kalkıp gitti. Yemekten sonra, Alman kadın tekrar bizim yanımıza geldi ve çok üzgün şekilde eliyle göstererek önce burnunu sonra kafasının üstünü işaret etti. "Burnuma kadar getirmişti, şimdi kafamın üstüne çıkardı.

Her şeye hayır diyor, devamlı olumsuz bir tavırla, geziyi zehir etti, San Francisco'da gemiden inip Almanya'ya döneceğim ve bu adamdan boşanacağım" dedi. Dediğini de yaptı. San Francisco'da bizimle vedalaşarak ülkesine döndü.

Kocası ise o akşamdan sonra masaya gelmedi, bir keresinde karşılaştık ve karısının Almanya'ya gittiğini bize anlattı. Adam, gerçekten suratsız biri. Kadın ise çok güler yüzlü, neşeli ve konuşkandı. Üç çocukları, dört torunları olduğunu bize anlatmış ve telefonundan fotoğraflarını göstermişti.

Önümüzdeki iki gün kara görmeden denizde seyredeceğiz ve üçüncü gün Meksika'nın kuzeyindeki iki şehri peş peşe ziyaret edeceğiz. Son üç gündür yaptığımız gibi yine kuzey ve kuzeybatı yönünde gideceğiz.

 

,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,AH ŞU ÇILGIN TÜRKLER

Bu arada beş Türk aile olarak samimiyeti arttırdık, akşam yemekleri sonrası kendiliğinden toplanmaya başladık. Yaş, kültür, eğitim ve mali durum olarak birbirine benzer aileleriz bu nedenle sohbet etmek kolay oluyor. Ortak konular ve benzer ilgi alanlarımız var. Her bir ailenin kendi arasında iyi geçindikleri, birbirlerine karşı sevgi ve saygının üst düzeyde olduğunu gözlüyoruz. Dört ay gemiyle sürecek bir geziye katılan ailelerin bu şekilde iyi anlaşan kişilerden oluşması gerekir her halde. Aksi halde, küçük bir odada ve ne kadar büyük olursa olsun sonuçta deniz ortasındaki bir gemide başka türlü birlikte yaşamak imkânsız olurdu. Tek başına böyle bir geziye katılmak bile bizlerin aile geçimlerinin çok iyi olduğunun göstergesi olmalı.

Türkiye'deki sohbetlerin aksine siyaset ve spor çok az gündeme geliyor. Gündem daha çok eşler arasındaki anılar ile her bir ailenin önceki gezilerine ait paylaşımları.

Eşler arasındaki ilişkiler, birbirine karşı davranışlar, ev işlerinin paylaşımı, çocukların durumu gibi genel aile içi ilişkiler paylaşılırken, yoldaşımız olan iki erkeğin eşlerine karşı bağımlılıkları ve tutkuları bizlerin evliliğini neredeyse sarsıyor. Çünkü iki erkeğin eşlerine karşı tutumları, buna aşk mı, bağlılık mı yoksa bağımlılık mı diyelim, bana göre bir acayip şey.

Bu ikisinin anlattıkları olaylar, geleneksel saz aşıklarının atışması gibi; biri eşine karşı güzel bir davranışını anlatıyor diğeri mutlaka biraz daha abartılısını söylüyor.

Bunlardan birisi, eşi birkaç günlüğüne tek başına şehir dışına giderse, dönüşünde, eşinin sevdiği yemeklerle masayı hazırladıktan sonra bahçe kapısından yatak odasına kadar geçen tüm güzergahı güllerle donatıyormuş ve yatağın üzerine yine güllerle eşinin ismini yazıyormuş. Karısına devamlı olarak sıkıca sarılır ve öpermiş, bir keresinde o kadar sıkı sarılmış ki, kadıncağızın iki kaburga kemiği kırılmış.

Diğeri ise bence aşkın tarifini değiştirecek orijinal bir vaka; Eşi her sabah 07.00 de kalkarmış, bu ise mutlaka ondan bir saat öne uyanır ve sabahın köründe bir saat boyunca kıpırdamadan eşinin uyumasını ve uyanışını seyredermiş her gün. Asıl bomba ise şuydu; Diyor ki, "ben eşimden önce ölemem, onu yalnız bırakamam bu dünyada. Fakat o öldüğünde onu toprağa da veremem, çünkü ondan ayrılamam bu nedenle ölünce onu yemeyi ve bu şekilde hiç ayrılmamayı planlıyorum." Ayrıca, eşinin sevmediği şarkı ya da şarkıcıyı o da dinlemiyormuş hele eşi yanında yokken hiç dinlemezmiş aksi halde onu aldatıyor olurmuş. "Beni o doğurdu ya da ben onu doğurdum" diyor. Birbirlerine ne derseler yaparlarmış, aralarında hayır kelimesi hiç olmazmış.

Bizimkisi, önceleri "bak ne adamlar var, karısına ne kadar aşıkmış" derken bunları duyduktan sonra "yok yok sen bildiğin gibi devam et, ben razıyım" demeye başladı.

Önceki gezilere ilişkin anılar ise çok zengin. Avrupa'nın pek çok yeri ile Hindistan, Kore, Japonya, Meksika ve Küba'ya giden biz, diğer ailelerin gezileri yanında sanki ilk defa yurt dışına çıkıyormuş gibiyiz. Gezi anıları konuşulmaya başlayınca, biz artık şaşkınlık içinde diğerlerini dinliyoruz. Ben bunu poker masasında el arttırmaya benzetiyorum:

Birisi "bende iki as var" der gibi, "Kuzey ve Güney Amerika'da gitmediğim tek ülke olarak Uruguay kaldı, dünya turundan sonra bir başka gemi turu ile bu sene içinde oraya da gideceğiz, bu tura Karayipler'deki gemi turu biter bitmez katıldığımız için hangi gemide olduğumuz bazen karıştırıyoruz" derken, yanındaki "bende üç papaz var" der gibi söze giriyor; "Biz artık 20-30 günlük geziler yapmıyoruz, gidince orada ev tutup en az üç ay kalıyoruz, tabii Afrika'da iyi oluyor ama Alaska soğuğunda biraz zorlandık" diyor.

Karşıdaki üç asını gösteriyor; "Öyle bir havaalanı var ki, ormanın içinde, binalar yerli barınakları gibi sazdan ve bavulları mekanik bir banttan değil, su kanalı üzerindeki teknelere koyuyorlar, önünüzden geçerken alıyorsun" diye anlatırken birden başka bir anıya geçiyor ve "Afrika kırsalı ile Okyanusya'daki adaları kıyaslayın derseniz, adalar daha vahşi" diyor.

Son aile ise adeta dört asını masaya sürüyor; Bir kere hangi ülkeyi söylerseniz söyleyin cevap hep aynı bunlarda , "biz oraya beş kere gittik, oraya ise yedi kere gittik" ve son sözü ile kimseye laf bırakmıyor," her iki kutup bölgesi de güzel ama artık bu dünya da görmediğimiz yer kalmadı, uzay yolculuğu için yazıldık ama şimdilik yaşımız nedeniyle kabul etmediler bakalım bunu nasıl halledeceğiz diye uğraşıyoruz" diyor.

NEREDE SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

31 Ocak- 1 Şubat arası gece yarısı. Pasifik' de ilerliyoruz. Biraz uyuyup biraz uyanıp havanın aydınlanmasını bekliyorum, odada.

Son iki seferdir saatlerin geri alınması ikazına uymadım, saatim gemi saatine göre iki saat ileride. Akşam yatarken cep telefonumu şarja takmamışım, pili bitti. Yataktan kalktım ama saatin kaç olduğunu bilmiyorum.

Saat ayarım tamamen şaştı şimdi. Telefonumu biraz şarj ettim, tekrar canlandı, saat ortaya çıktı, 05,00 civarı. Zamanı, uyku sersemliğinin verdiği kafa karışıklığı ile normal şekilde tahmin edemiyorum, iki saatlik fark da aklıma gelmiyor ve dışarıya, bir üst güverteye çıkıyorum.

Zifiri bir karanlık. Geminin ışıkları sadece kendini aydınlatıyor. Deniz ve denizin üstü hiçbir şekilde görülmüyor. Kör karanlıkta gidiyoruz. Gökyüzünde ay yok. Bir iki gün içinde hilal doğacak akşam ezanı saatinde. Yıldızlar ise görünmüyor, çünkü geminin tam üstünde baştan kıça uzanan bir halat üzerinde sıra sıra ampuller yanıyor. Ancak ara ara birkaç yıldız seçiyorum. Kaptan, sesimi duysa ve tüm ışıkları birkaç dakikalığına söndürse, gökyüzü ve yıldızlar ne muhteşem bir görüntü oluşturur kim bilir?

Sabahları, güneş doğmadan önce yürüyüş için güverteye çıktığımızda, tayfaların yerdeki hafif sulu ıslaklıkları paspasladıklarını ve kurutmaya çalıştıklarını görür, bu suyun nereden geldiğini merak ederek tahminlerde bulunurdum.

Dalgalardan gelen su mu, yoksa geceden gelen çiğ mi diye. Yağmuru elerdim çünkü hem yıldızların az da olsa görünmesi hem de hava durumu bilgisi yağmur vermiyordu. Şimdi gerçek ortaya çıkıyor, gecenin en sakin anında, tüm yolcular uyurken tayfalar tüm güverteleri ellerinde hortumlarla yıkıyorlarmış.

Birisine kolundaki saati göstererek zamanı soruyorum, bir şey söylüyor ama anlamadığımdan saatini göstermesini işaret ediyorum, saat 03.10 imiş. Meğer, her gece bu saatlerde tüm gemiyi yıkıyorlar ve saat 05.00 civarı paspasa geçiyorlar ki, biz en erken o saatlerde güverteye çıktığımızdan, o anları görüyormuşuz.

Gemiyle ilgili bir muamma daha çözüldü böylelikle. Adamların ayaklarına dolanmayayım ve ıslanmayayım diye kamaraya dönüyorum. Zor da olsa uykuya teslim oluyorum.

(Yarın: Puerto Vallarta,  Meksika'nın Alanya'sı ve Gemilerde Talim Var kıskanacak)