32 ÖYKÜ YARIŞTI, YAĞMUR'UN "RENKLER'İ 2. OLDU

izmiryaziyor.com yazarı Arseli Yağmur Kurt'un yazdığı Renkler isimli öykü, TED Kuzey Kıbrıs Koleji Türk Dili ve Edebiyatı /Türk Zümresi tarafından düzenlen Öykü yarışmasında 32 eser arasında 2. oldu... TED İzmir Koleji öğrencisi genç yazarımızı kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz.. İşte Yağmur'a Türkiye ikinciliğini getiren öykü...


32 ÖYKÜ YARIŞTI, YAĞMUR'UN

izmiryaziyor.com yazarı Arseli Yağmur Kurt'un yazdığı Renkler isimli öykü, TED Kuzey Kıbrıs Koleji Türk Dili ve Edebiyatı /Türk Zümresi tarafından düzenlen Öykü yarışmasında 32 eser arasında 2. oldu...  TED İzmir Koleji öğrencisi genç yazarımızı kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz.. 
İşte Yağmur'a Türkiye ikinciliğini getiren öykü...

RENKLER...

Havaalanı sıkış sıkıştı. Her yer ter kokuyor, insanlar oradan buraya koşuyor, arkalarından çekiştirdikleri bavullarının çıkardığı sesler ortalığı dolduruyordu ve ben onların tenine temas etmemek için oradan oraya hareket ediyordum. Gözlerimde koyu bir renk güneş gözlüğü vardı, bu da etrafımı görmemi ne kadar zorlaştırsa bile onu çıkaramazdım. Zaten tek omzumdan sarkan siyah çantam çok doluydu, çantayı açarsam büyük bir ihtimalle kapatamayacaktım, ama bunu okuduktan sonra asıl meselenin bu olmadığını anlayacaksınız.

Büyük bir ihtimalle havalı olduğunu düşüneceksiniz. Aslında gerçekten havalı bir şey, fakat yaşadıklarım bunu havalı kılmıyor, aksine bir kabusa dönüştürüyordu. Rüya görmek için uyuyup kabus görmek gibiydi fakat benim için her kabus o kadar kötü değildi. Hatta meslektaşım olan kız yaşadıklarımdan bir şey yazmamı istediğinde, onu unutmayacağıma söz verdiğim için ve o hala aklımın bir köşesinde sıkışık kaldığı için bunu yapmayı kabul etmiştim. Evet, bu benim için kesinlikle bir kabustu, onu hatırlamak ve o küçük üç saatlik dilimde yaşananları unutamamak. Fakat bunu yapıyorum işte.

Cebimden çıkardığım buruş buruş bilete kısa bir bakış attıktan sonra uçağımın kalkacağı kapıya doğru adımlarımı hızlandırarak ulaştım. İnsanların neden bana garip baktığını biliyordum, hava sıcak olmasına rağmen eldiven, atkı ve palto giymem ayrıca güneş yokken gözüme güneş gözlüğü takmam olabilirdi. Onun dışında katile benziyor da olabilirdim.

O sıkışıklığın arasında boş bir yer bulmama sevinerek direkt oraya oturdum ve çantamı yere bırakarak gözlüğümün arkasından insanları izledim. Tehlike olmadığını sezdiğimde çoğu kişi Ohio’ya giden uçağa binmişti. Hala kalabalık olsa bile alan dardı, stresten terlediğim için daha fazla dayanamadım, eldivenlerim ve paltomu çıkardığımda üzerimdeki yeşil polo tişört ile kaldım, bunun büyük bir risk olduğunu biliyordum fakat iş görüşmesine gideceksem elimde taze ve heyecan verici bir çalışma olmalıydı ki bu yüzden üç saat erken gelmiştim. Yanımdan geçen çoğu insan bana çarptığında yoğun bir kahverengi, pembe ve sarı görüyordum. Beynim bu kadar insanın hissettiği bu kadar fazla renkten onları algılayabiliyordu ve başım ağrıyana kadar çizilmeye değer hikayeler aradım.

Hepsi resmen çöptü.

İnsanların hayatına ve anılarına çöp dediğim için beni yargılayamazsınız çünkü ben onları çiziyorum ve tekdüze bir şeyi kim çizmek ister ki? Ya da sevgilisi ondan ayrılan bir genç kızın gurur yapmak için Amsterdam’a gideceğini falan. Ne kadar acıklı. Ama çöp.

Gözüme onu kestirmiştim çünkü tişörtünün rengi güzeldi ve üzerinde olan grubun şarkılarını beğenirdim. Belki de tenine dokunurdum, rengi hisseder, anıları görürdüm, sonra da o klasik hikayelerdeki gibi aşık olup mutlu ya da acıklı sonlardan birini yaşardık. Hayatım o klasik hikayelerden biri olsaydı o evde kitabını yazarken ben ofisimde ‘çöp’ olmayan şeyleri çiziyor, fikirlerimin çizimlerini yapıyor olurdum.

Şuan ise milyarderlerden biriydim. Ha Ha.

Ona dokunmak için çarpmak yeterdi, ben de yanından geçerken öyle yaptım. Boyu benden kısa olduğu için hafifçe eğilerek yanından geçerken bileklerimizin birbirine değmesini sağladım.

Hiç görmediğim bir renk beni sarmalarken hiç bu kadar şaşırdığımı hatırlamıyordum.

Bu hayatımda hissettiğim en kuvvetli duygu bulutuydu ve beynim maviyle dolarken ayaklarım birbirine dolandı ve orada düşüverdim. Dizlerimin titrediğimi çok net hatırlıyorum, ensemdeki tüyler diken diken olmuş, göz bebeklerim o an küçülüvermişti. Sanki bunu hissetmeniz mümkünmüş gibi bunu açıklamaya çalışmam içler acısı ama bu duygu onun kadar güzeldi.

Sersemlesem bile doğrulmuştum fakat ayağa kalkamıyordum. O ise düştüğümü görerek yanıma hemen çökmüştü ve beni kaldırmaya çalışmıştı. Bunlar benim için silik anılardı çünkü o sırada mavi ile boğuşuyordum. Beni kaldırmak için elimi tuttuğunda ise görüşüm mavi ile doluvermişti ve onu itip bana dokunmaması gerektiğini bağırmıştım. Yüzündeki ifade anlamazdı, fakat gözlerimi gördüğü anda şaşkınlıkla kaplandı.

“Umarım gözlerim renk değiştirmiyordur.” Diye düşünsem bile bana olan bakışları gözlerimin mavinin tonlarında dönüp durduğunu anlamama yetti.

Renk bulutu geçer geçmez şaşkınlıkla duran ona bir göz attım ve gözlüklerimi aradım. Biliyorsunuz hikayenin bu yerinde bir atraksiyon falan olmalı, benim gözlüğüm yoktu. Yedek gözlüğümü bulmak için yüzüne bakamadan çantamın olduğu oturağa yöneldim. Arkamdan şaşkınlıkla baktığına emindim fakat onun yüzüne bakmadım bile.

Cılız bir el bileğimi kavradığında o olduğunu biliyordum, mavi oradaydı  fakat yanında mor bir korku, beyaz bir şaşkınlık, altın rengi bir merak vardı. Renklerin duygularını nasıl bildiğimi sormayın, bunların hepsini dört yüz bin yıllık hayatımda tecrübe etmiştim.

“Hey,” Ona dönmemi sağlayacak kadar hızlı bir şekilde beni çekiştirdi. Ona döndüğümde ise duyguları gibi mavi olan saçlarına bir kere daha göz gezdirdim. Gözleri isyan edercesine griye kayıyordu ve bu şekerdi.

“Gözlüğünü mü arıyorsun?” Beni transtan çıkarırcasına gözlüğümü gözümün önünde salladı ve özgüvenli duruşu ile bana baktı. Gözlüğümü bana uzattığında hemen taktım, gözlerimin açık kırmızı bir utanç olduğunu hissediyordum.

Gözlüğümü alır almaz yerime oturdum. Sıkışıklık gitmişti ve uçağıma daha bir buçuk saat vardı. O ise hemen yanıma oturdu, bana çarptığı kısa sürede altın rengi ve her şeye rağmen orada resmen parlayan maviyi gördüm. Nasıl hep mavi olabiliyordu?

“Bunu nasıl yapıyorsun?” Merakla sorduğunda kaşlarımı kaldırdım.

“Bir şey yapmıyorum.”

“Hayır! Renkleri görmemi sağlıyorsun.” Şaşkınlıktan konuşamadım. Adem elmam bir bilardo topu gibi aşağı yuvarlandı ve minnetle karışık mırıldandım.

“Onları görebiliyor musun?” Bu normal bir şeymiş gibi kafasını salladı. Bedeni hala maviyle ışıldıyordu fakat turuncu bir mutluluk ve mor bir korku oradaydı.

“Nasıl yapıyorsun! Kimse göremez, ben tekim. Yüz yıllar boyunca da böyle kalacağım. İmkanı yok Okyanus.” Mor aniden parlarken hafifçe geri çekildi.

“İsmimi nereden biliyorsun?” Bileklerimizin tokuştuğu noktayı işaret ettim.

“Renklerden gördüm.”

Kafasının karmaşık olduğu her yerden belli oluyordu. Bir kilometre ötede olsam bile bunu hissederdim ve yanına gelip anılarını bulmak isterdim. Ama mavi o kadar yoğundu ki anılarını göremiyordum.

“Açıklamam için bana yardımcı olmalısın.” Kafasını hafifçe salladığında elimi havaya kaldırdım.

“Elini ver.” İçinden geçen cümleler bile renk doluydu, onu duyabiliyordum. O renklerden oluşuyordu. Gözlerimin mavi olduğuna emindim ve mavi hissetmemin yasak olduğu bir duyguydu. Bu sefer ben de aramızdaki mavi çekimi daha kuvvetli hissettim. Ardından içinden dediği cümleye gülümsedim.

“Tanımadığın bir adamın elini tutmanı istemesi garip, ama ben bir Tanrı olduğum için dediğimi yapmalısın gibime geliyor.” Şaşırdığında oluşan suratı cidden çok tatlıydı. Ne kadar ciddi olduğumu ölçüyor gibiydi ve içinden, ‘Kamera nerede?’ dediğini duyar gibiydim.

Ellerini elime yerleştirdiğinde anılarla kaplandım.

Renkler anılarını bana fısıldarken bunu onun da hissettiğini biliyordum. Bunu nasıl yapıyordu bilmiyordum fakat o da en az benim kadar renklerden oluşuyordu ve anılarında oluşan mavi renkler benim için yasak olsa bile onun hayatını temsil ediyordu. İçimden maviyi bana yasakladığı için Zeus’u renklerle asmak geldi. Bu titreşim de ona kadar gitti ve renklerle onun anılarını dinledik.

Anıları şuana geldiğinde ellerimi geri çektim. Bunu hissetmişti. Renkler güçlüydü ve bu gücün farkındaydı.

Hemen anıları tutması için sakladığım küçük cam şişeyi çıkardım ve iğneyle parmağımı delerek renklerin boşalmasını sağladım. Tahmin edin hangi renkteydi? Mavi.

Bunu şaşkınlıkla izledikten sonra sesinde koyu kırmızı bir öfke varken konuştu.

“Neler olduğunu açıklar mısın?”

“Ben Caeruleus. Renklerin ve duyguların arşivcisi.” Kafası karışmış gibiydi.

“Yunan Mitolojisinden olamazsın değil mi? Olsan bilirdim!”

“Renkler ve Duygular değişmez, ben her mitolojide varım. Fakat tüm Tanrılar beni gizliyor ve insanların anılarını arşivliyorum.” Açıklamada bulunduğumda kafası daha çok karışmış gibiydi.

“O renk şeyini… Ben de hissettim. Bunun olmaması gerektiğini söyledin!”

“Ne olduğunu bilmiyorum, ama sen mavisin.” Gülümsedikten sonra defterime minik notlar alarak küçük karalamalar yaptım. Beni izlerken her şeyi kafasına oturtmuş gibiydi.

“Sinestezi hastaları senin soyundan mı geliyor?” Kafamı defterimden kaldırdım.

“Onlar benim çocuklarım. Ama dediğim gibi, gizli tutulduğum için onu bir hastalık diye tanımlıyorlar.” Parmağımın ucuyla saçlarının bir tutamını kavradım. “Onların da mavi gördüğünü sanmıyorum.”  

“Mavi ne demek?” Sonunda o soruyu sorduğunda kitlendiğimi hissettim.

“Aşk.” Konuşmasına izin vermeden devam ettim, “Bunu fazla gören olmaz. Ben bile bugün ilk defa gördüm. Yani görülmesi inanılmaz. Gerçeğe bakılırsa pembe olan sevgiyi çoğu kişi  görebiliyor ama maviyi o kadar az kişi yaşıyor ki… Ve senin her yerin mavi. Bunu çözemiyorum, hayata nasıl bu kadar aşık olunabilir?” Uzun cümleme susarak karşılık verdi. Ben her zaman yaptığım gibi (Boş boğaz değilim, sadece benimle fazla konuşan yok) konuşmamı sürdürdüm.

“Bunu kesinlikle çizmeliyim. Hayatını çizmeliyim. Arşivin en yüksek yerinde durmalı!” Sonunda konuştuğunda bana soru sordu.

“Bu kadar anı arşivlediysen, nasıl gizli kalıyorsun?”

“Bu bittikten sonra hafızanı sileceğim.” Bunu normalde kolay söylerdim fakat sesim titremişti. Mavinin beni sarmasına izin vermeden ondan uzaklaşmam gerekiyordu sanırım.

Hissettiklerimi kaleme geçirerek defterin anı ve renk dolmasını sağladım. Defterin sayfaları dolarken nasıl aklını yitirmediğini bilmiyordum.

“Anıların için teşekkür ederim Okyanus.” Bana garip bir şekilde baktı. Sanki beni önceden tanıyormuş gibi.

Aslında renkler var olduğunda tanışmıştık.

“Sorun değil Mavi Çocuk.” Bana sarıldığında mavi hiç olmadığı kadar yoğundu. Tanrılar bunu öğrendiğinde beni cezalandıracaklardı, fakat o an umurumda değildi. Uçağın kapısının açılmasını beklerken yan yana oturduk ve anılarını silmek istemediğimi fark ettim. Bunu hiç istemiyordum. Fakat zorunda olduğum gerçeği vardı.

Uçak geldiğinde kalktım ve anılarını silerek oradan uzaklaştım.Anılarını sildiğime emindim aslında.

Fakat bir süre sonra öğrendim ki hala bana mavi hissediyormuş ve ilk defa unutulmamışım. Bu olduğunda ise ölümünün üzerinden yüz on iki yıl geçmişti. Onu hatırladığım sürece ben hep mavi çocuk olacaktım. Çünkü mavi unutulması en zor renktir.

Bunu yazmayı bıraktıktan sonra ise bilgisayarı kapattım,  yeniden ve yeniden mavi biri bulamayacağımı bilerek, onun öldüğünü bilerek, çöp olmayan anılar aramaya çıktım.