FRANSIZ POLİNEZYASI’NDAYIZ

FRANSIZ POLİNEZYASI'NDAYIZ

05 Eylül 2019 - 11:54 - Güncelleme: 05 Eylül 2019 - 12:02

Moorea, Fransız Polinezyası, Açık Denizde Köpekbalığı Besliyor, Vatozları Kucaklıyoruz

 

 

25- MOOREA, FRANSIZ POLİNEZYASI. 170 28’ Güney Enlemi, 1490 46’ Batı Boylamı

Sabah çok erken saatlerde Fransız Polinezyası'ndaki ikinci adamız olan Moorea'ya yanaştık. Burası tropikal ada tanımına tam olarak uyuyor. Ormanlarla kaplı volkanik bir dağdan ibaret bir ada. Şehri veya kasabayı bırakın neredeyse köy büyüklüğünde toplu bir yerleşim bölgesi dahi yok. Geminin yanaşacağı bir limanı da bulunmuyor. Bu nedenle gemimiz mümkün olduğu kadar karaya yaklaştı ve o şekilde denize demir attı. Geminin tender denilen kurtarma botları (tekneleri) ile kısa sürede kıyıya çıkarıldık. Yerel dansçıların müzik ve dansları ile karşılandık. Her birimize birer taze çiçek verdiler.

Tahiti'de büyüyen deniz ve yüzme özlemimizi burada dindireceğiz. Bu nedenle zaman kaybetmeden yerel bir tekne ile anlaştık. Ellerindeki renkli fotoğraflı panolarla gidilecek yerleri gösteriyor ve anlatıyorlar. 20 kişilik bir gurup olarak tekne ile tekrar denize açıldık, yaklaşık 20 dakikalık çok hızlı bir yolculukla, konaklayacağımız plaja geldik. Burada da iskele yok. Teknemiz denizin içinde durdu, dizimizi geçen denizin içine, teknenin merdiveni ile indik.

Birdenbire etrafımızı devasa büyüklükte 4-5 vatoz sardı. Çapları en az birer metre ve kuyrukları da en az iki metre uzunluğunda. Tekne kaptanı gülerek vatozları işaret ediyor. Turumuz, yüzme, vatoz ve köpekbalıkları ile yüzmeyi içerdiği için böyle bir şeyi bekliyorduk ama ürpermemek elde değil. İlk kez bir vatozla birlikte doğal ortamdayım. Vatozlar bizle fazla ilgilenmediler, ayaklarımıza sürünerek birkaç kez etrafımızda döndüler, tepelerindeki gözleri ile bizlere masum bir şekilde baktılar, başparmak kalınlığındaki kuyruklarını sağa sola çarpmadan yanımızdan ayrıldılar. Ellerimizde çantaları suya batırmadan 20 metrelik mesafeyi deniz içinde yürüyerek karaya ayak bastık.

Beyaz renkli kumsal, türkuaz renkli deniz ve yemyeşil bir çevredeyiz. İlk çıktığımız bölge sığ bir denize ve ara ara resiflere sahip. Şnorkelleri başımıza takıp sığ su üstünde dolanmaya ve resifleri taramaya başladık. Muazzam güzellikteki mercanlar ve aralarında renk renk balıklar. Menekşe moru renkleri ağır basıyor. Deniz hıyarları kurumuş ve kahverengi renk almış muzlar gibi kumların üstünde öylece duruyorlar. Bir kısmı kumsala çıkmış ya da su çekildiği için orada kalakalmış vaziyetteydi, onlar için kurtarma harekâtı yaparak tekrar denizin içine koyunca çok ağır hareket ettiklerini gözledik. Bazı kayalar kaplan postu gibi bir renk ve şekil almış. Bazılarının üstünde fosforlu mavi yeşil sarı turuncu renkleri ile parıldayan ve birbirine paralel uzayan kelebek ya da dantel şeklinde mercanlar var. Balıklar irili ufaklı etrafımızda dolaşıyor. Mercan kayaları yamaç şeklinde olmayıp deniz dibindeki beyaz kumların üstünde gelişigüzel dağılmış olduğundan her birinin etrafında 360 derecelik dönüşler yapabiliyoruz, bazıları ise karşılıklı uzunlamasına öbekler halinde olduğundan onların arasından geçmek de çok heyecan verici bir yolculuk oluyor.

Bir ara Gülsüm bana seslenerek "bak burada çok ilginç bir balık var" dedi, yanına gidip gösterdiği mercan kayasına baktığımda kocaman bir müren balığı, gözlerini dikmiş öylece bana bakıyor, hafif delikli ve boşlukları olan kayanın içinde uzun vücudu parça parça görünüyor, yeşil ağırlıklı bir renge sahip, birden aklım başıma geliyor, hızla oradan ayrılıyorum, Gülsüm’ü de yanımda sürükleyerek. "Müren bu çok tehlikeli, saldırıp bir tarafını koparabilir" diyorum, Gülsüm "ben 10 dakikadır onunla konuşuyordum, çok sakin bana bakıyordu" demez mi.

Burada balıklar kırmızı ve mavi tonlarda, çizgili ya da parçalı. Daha iri olanları kızıl kahve bir bütünlük içinde baş ve boyun kısımları daha belirgin kırmızı şeritlere sahip. Bir saat kadar bu şekilde mercanları ve balıkları şnorkelle izledikten sonra tekne sahibi yerli kadın bize seslendi ve yanına çağırdı. Şimdi, bir başka ahşap yerli teknesi ile tekrar denize açılıp köpekbalıkları ve vatozları görmeye gideceğiz. Teknemiz, filmlerde gördüğümüz gibi çok alçak boyda ve ince uzun bir şekli var, devrilmesin diye bir metre kadar sol yanına yine ahşap kuşaklarla tutturulmuş daha minyatür boylarda yavrusu bulunuyor.

Toplam sekiz kişi hızla yol almaya başladık, deniz tam bir türkuaz renkte ve bir iki metre derinlikte ve ara ara mercan kayalar etrafta serpiştirilmiş durumda. Yaklaşık 15 dakika sonra hedefe ulaştık, bizden önce oraya gelmiş 2-3 tene daha tekne var ve insanların bir kısmı bir metrelik denize inmişler.

AÇIK DENİZDE KÖPEKBALIĞI BESLİYOR, VATOZLARI KUÇAKLIYORUZ

Birdenbire iki tane köpekbalığı teknemizin kenarına geldi, suyun üst taraflarında sinirli sinirli ve hızla yüzüyorlar, aynı anda 3 tane devasa vatoz daha geldi onlar denizin dibinde ve kumların hemen üstünde dans eder gibi yumuşak bir şekilde kanat diyebileceğimiz gövde yanlarını çırpıştırarak ağır ağır dolaşıyorlar. Kaptanımız olan genç yerli demir attı, vatozları elleyebileceğimizi ama köpekbalıklarına yanaşmamamızı ve özellikle alt taraflarını ellememizi tembihledi ve gülerek bizi suya inmeye davet etti.

Köpekbalıkların üst yüzgeçleri Jaws filmindeki gibi suyun üstünde geziniyor, kirli sarı kahverengi bir renkleri var. Vatozlara basmadan suya nasıl ineceğiz? Seyyar merdivene tutunarak kendimi suya bıraktım, deniz sıcacık, temiz türkuaz renkte ve beyaz kumlar nefis görünüyor ama yanı başımızdaki vatozlar ve köpekbalıkları ne olacak?

Hiçbir şey olmadı, vatozlar bacaklarıma sürünerek geçiyor, tepelerinde buluna gözlerini iri iri açmışlar sevecen bir şekilde bakıyorlar. Köpekbalıkları ikili üçlü olarak hızlı hızlı etrafımda dolanıyorlar, doğrudan üstüme gelseler bile son anda kıvrak bir hareketle yan tarafımdan geçip derinliklerde kayboluyorlar. Sonra tekrar ve tekrar yine önünüzde ve arkanızda, suyun üst taraflarına yakın olarak dolaşıyorlar. Benim için yabancı bir ortam ve heyecanlanıyorum ancak köpek balıkları için de yabancı bir ortam olmalı çünkü, milyonlarca yıllık evrim sürecine göre bu tür turistik atraksiyonlar en fazla yüzyıllık olmalı ve bunu sinirli, gergin ve sert hareketli yüzüşleriyle belli ediyorlar. Vatozlar öyle değil, vahşi ve doğal ortamlarında olmamıza rağmen bunlar kendi kendilerine evcilleşmişler veya doğaları öyle. Yerli tekneciler bunlara kanlı balık parçaları ata ata bu bölgeye alıştırmışlar. Hazır yiyecek buldukları için yaramazlık yapmıyorlar sanırım.

Biraz sonra komşu teknenin kaptanı olan genç yerli delikanlı, suyu atladı ellerinde bir sürü balık parçası. Hafifçe ellerini suya batırınca vatozlar hemen başına üşüştü hatta o kadar yaklaştılar ki, yerlinin göğsünün üstüne tırmanıyorlar, gözleri sonuna kadar açık, gözlerinin hemen altındaki kulak delikleri açılmış vaziyette, biz de yaklaştık, balık parçalarını sırayla burun deliklerinden vatoza vermeye başladık, o kadar tatlı bir hali ve balık verilmesi için yalvaran gözleri var ki, bu durumu evinde iki kangal köpeği besleyen birisi olarak hemen anladım. O sırada vücudunu elliyorum yumuşacık, kuyruğunu tutuyorum sert ve kıl diken karışımı bir yapısı var, en ucu küt şekilde bitiyor, herhangi bir sivrilik veya ok gibi bir çıkıntısı yok.

Köpekbalıklarından ise yerli delikanlı dahi korkuyor olacak ki, onları yanına yaklaştırmıyor, 2-3 metre kala elindeki kanlı balık parçalarını biraz daha uzağa fırlatıyor, köpekbalıkları anında oraya doğru dönüp balıkları yiyorlar, eğer tekrar atmazsa yanından uzaklaşıyorlar. Yerli genç bu arada elindeki balık parçalarını havada tutuyor ve denize sokmuyor ancak köpekbalıkları uzaklaşırken tekrar yanına getirmek için boş eliyle suyun üstüne vurarak ses ve titreşim yapıyor, köpek balıkları anında bir U dönüşü ile tekrar gencin yanına yaklaşmaya başlayınca bir kez daha elindeki balıkları biraz uzağa fırlatıyor.

Biz o sırada afyonlanmış gibi bu ritüeli şaşkın bir vaziyette yerli gencin bitişiğinde izliyoruz. En az yarım saat boyunca bu tür manzaralar tekrarlandı. Aynı anda vatozların bacak arasından geçerken iki ayrı yönden köpek balıklarının üstüne doğru gelmesi, benim için ancak rüyada olacak bir olaydı. Burada canlı canlı yaşadım, kanlı bitmesin diye de dua etmekten kendimi alamdım.

Kaptanımız tekrar bize seslendi, tekneye bindik ve asıl kamp yerimize döndük. Patron olan kadın belki de kaptanın annesi idi bizlere masa başında muz, ananas ve bir tür iri narenciye olan ağaç kavunu ve Hindistan cevizi hazırlamış birer ikişer hepsinden tadıyoruz.

Sonrasında aynı bölgede tekrar şnorkelle güzelim mercanların ve renk renk balıkların içinde yüzüyoruz. Bir ara etrafı keşfe çıkıp sahil boyunda bazen yüzerek veya şnorkelle dibi izleyerek bazen de kumsalda yürüyerek dolaşıyoruz. Hemen karşımızda küçük küçük adacıklar sıralanmış her biri yeşil ormanlarla kaplı ve kumsalları beyaz kumlardan oluşuyor. Onların ilerisinde ise adayı çepeçevre saran resiflerin olduğunu, üzerlerinde köpük köpük patlayan açık okyanusun oluşturduğu dev dalgaların dövmesinden anlıyoruz.

Resiflerin iç tarafı dalgasız ve türkuaz renkli doğal havuz şeklinde iç deniz. Özellikle Moorea ve Bora Bora adaları bu konuda en iyi örnekler. Bu iki adanın etrafı tamamen resiflerle kaplı. Resifler asıl adanın yaklaşık birer kilometre açıklarında çepeçevre şekilde adaya paralel vaziyette. Dış taraf açık okyanus, iç taraf ise çok güzel, beyaz kumlu türkuaz renkli deniz ve plajlardan oluşuyor. Aralarında ise ayrıca bölük bölük mercan kayalıkları ve her bir mercan kayalığında renkli mercanlar ve onları evi yapmış binlerce renkli balık. İç denizin kayalık olmayan kısımları ise muazzam güzellikte yüzme alanları.

Yürüyerek geldiğimiz yerde, kıyıdan itibaren derhal derinleşen ve tüm temizliğine ve beyaz kumuna rağmen dibini göremediğiniz bir deniz bizi karşıladı. Dalga yok. Hava sıcaklığı ile deniz suyu sıcaklığı aynı derecede. Üşüme diye bir şey söz konusu değil. Gerek resiflerde mercanları ve balıkları izlerken ve gerekse ideal yüzme bölgelerindeki derin sularda yüzerken bugün iki üç kez yağmur yağdı, çok güzel bir his ve görüntü oluştu. Yağmur yağıyor ama ıslanmıyorsunuz, üşümüyorsunuz. Denizin içinde yağmur size sanki değmiyor etrafınızdaki denize düşen yağmur damlalarının oluşturduğu mantar kabarcıklarını izlerken sanki bir başka dünyadasınız. Tüm günümüz bu şekilde bu cennet adada geçti.

Tahiti'nin yeşil güzelliğine karşın burası mavi bir cennet. Fransız Polinezyası'ndaki ilk günümüze göre ikinci gün daha iyiydi, üçüncü günümüz ise daha iyi oldu ancak ters ve güzel manasıyla söylersek "turpun büyüğü heybede" misali asıl güzellik bizi dördüncü günkü Bora Bora'da bekliyormuş.

Kamp yerimizden gemimizin bizi alacağı kendi botlarının olduğu küçük iskeleye bir başka yerli teknesi ile döndük. Dönüş saatinde, gün içinde parça parça gelen turistler aynı anda dönmek isteyince bir sıra oluştu ancak sıra denizin içinde, herkes dizinin üstüne kadar suyun içinde, çantalar omuz ve baş üstünde ikişerli sıra halinde bizi geri götürecek tekneyi bekliyoruz, şehirlerdeki dolmuş bekler gibi.

Tekneye denize uzatılan seyyar merdiven ile tırmandık. Kıyıya yakın seyrediyoruz. Geceliği 1000 dolarlık odaları olan İntercontinental, Four Seasons, Hyatt veya Hilton gibi otelleri seyrediyoruz. Bunları çok katlı beton, çelik ve cam yığını sanmayın. Hepsi denizin içinde, kütükler üstünde sazdan kulübeler halinde. Dışarıdan bakınca birer yerli köyü. İki katlı bina yok.

(Yarın: Bora Bora, Korkunç Bir Görüntü Bu Kadar mı Zevkli Olur?, Derin Denizde, Yok Böyle Bir Ada, Kano ile)

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
MANİSA LALESİNİ KOPARANA 387 BİN LİRA CEZA
MANİSA LALESİNİ KOPARANA 387 BİN LİRA CEZA
İZMİR ÜÇÜNCÜ, BİNGÖL SONUNCU
İZMİR ÜÇÜNCÜ, BİNGÖL SONUNCU