DÜNYA TURU BAŞLIYOR

DÜNYA TURU BAŞLIYOR

25 Temmuz 2019 - 23:35 - Güncelleme: 26 Temmuz 2019 - 21:29

Dünya Turu Başlıyor.... Cenova'dan hareket

İzmirlilerin, İzmir'de siyasetle ilgilenenleri, İzmir hukuk dünyasının yakından tanıdğı AK Parti İzmir İl eski Başkanı, Burhan Özfatura döneminde İzmir Büyükşehir Belediyesi Teftiş Kurulu Başkanı Ömür Kabak ve onun kendisi gibi hukukçu eşi Gülsüm Kabak en büyük hayallerini gerçekleştirmek üzere dünya turuna çıktılar. 

Avrupa, Asya, Amerika ve Afrika'da belki de hiç göremeyeceğimiz yerleri gezdiler ve izmiryaziyor.com okurları için görüntülediler. 

Ortaya öyle muhteşem bir yazı dizisi çıktı ki okudukça kendinizi onlarla birlikte geziyor gibi hissedecek, bu uzak kıtalardakı güzellikleri onlarla birlikte paylaşacaksınız. 

Şimdi kahvenizi ve çayınızı alın yanınıza, bu müthiş maceralarla dolu yazı dizisinin ilkini okumaya başlayın.  Hergün bir ayrı bir ülkede ve ayrı bir kıtada olaçcaksınız onlarla birlikte.

Ben yayına hazırlarken büyük bir heyecanla okudum her satırını. İnanıyorum ki siz de çok heyecan ve beğeni ile takip edeceksiniz. Şimdi sizi değerli hukukçu Ömür Kabak'ın mükemmel Türkçesiyle, Ömür-Gülsüm Kabak ile dünya turuna çıkmak üzere başbaşa bırakıyorum...

Nevzat Dönmez

 

CENOVA (CENEVİZ-GENEO), İTALYA. 440 24’ Kuzey Enlemi, 80 55’ Doğu Boylamı

 

GEMİDE

Yüzlerce insan, değişik dillerde konuşarak gelip geçiyor önümden. Her milletten kadınlar, erkekler. Çoğunlukla orta yaş ve orta yaşın hemen üzerindeler.

Bazıları ise çok yaşlı. Birkaç çocuk sesi geliyor kulağa aralıklarla. Küçük çocuklu aileler görüyorum kalabalık içinde. Gençler ve genç evliler bayağı azınlıkta. Güzel fizikli ve gülen yüzleriyle selam veren genç erkek ve kızlar genellikle gemide çalışan animatörler veya sanatçılar.

Açık büfe salonunda ya da masalara servis yapılan değişik restoranlarda yiyecek ve içecekler durmaksızın tüketiliyor ve yenileniyor.

Kapalı ve açık yüzme havuzları bölgelerinde, havuz şıkırtıları, jakuzi fokurdamaları, langırt oynayanların gol sevinçleri, masa tenisinden gelen top sesleri ve her daim bir uğultu. Yer yer şen kahkahalar ve tezahüratlar.

Açık alanlarda yürüyen, koşan, denizi seyreden insanlar. Kapalı mekanlardaki bilardo ve bowling toplarının sesleri; açık alanlarda tenis, futbol, basketbol voleybol toplarının sesleriyle değişiyor.

Spor salonunun üç yanında nefis deniz manzarası, tek kapalı yönü ise tamamen aynalarla kaplı tabandan tavana. Spor aletlerinde efor harcayanlara , kültür fizik yapanlar veya vücutlarına esneme germe hareketi yapanlar eşlik ediyor veya bunlar zaman içinde yer değiştiriyor.

Hemen bitişik salonlarda mis gibi parfüm kokuları içinde çok kibar Taylandlı masajcılar gülümseyerek geleneksel Uzakdoğu selamı veriyorlar.

Değişmeyen tek şey temizlik. Güzel ve temiz bir hava. Bol ışık ve pırıltılı camlar, aynalar, duvarlar, tablolar, vitrinler, mermerler, halılar ve dekorlu tavanlar.

İKİ BİN YOLCU VAR GEMİDE

İki binin üstünde yolcusu olan 16 katlı MSC Magnifica isimli devasa bir gemide birbirini hiç tanımayan ve muhtemelen hiç tanımayacak insanlar, asansörde veya yemek masalarında veya gösteri salonlarında tesadüfen yan yana gelince nezaketle ve gülümseyerek değişik dillerde birbirlerine günaydın veya hoşçakal diyorlar.

İnsan evladının vücut dili her zaman ve her yerde aynı, bu nedenle güzel bir dilek hemen anlaşılıyor ve aynı şekilde karşılık buluyor.

Geminin 5, 6 ve 7. katlarındaki değişik isimli ve isimlerine uygun mobilyalı barlarda bir çok sanatçı birbirleriyle değişerek mini konserler veriyor. Geniş ve rahat koltuklarda oturmuş insanlar ya romantik tek tek çiftler olarak ya da bol sohbetli guruplar halinde müzik dinliyorlar ya da sanatçılara eşlik ediyorlar.

7. katta geminin arkasını tamamen kaplayan en geniş barda, 7 kişilik bir orkestra devamlı olarak dans müzikleri çalıyor. Her öğleden sonra çok nefis pastalar ve kurabiyeler ikram edilen çay partileri düzenleniyor ve canlı müzik eşliğinde dans ediliyor. Gemide birçok dans kursu ve hocası var.

Ders saatleri dışında bu hocalar öğrencileriyle burada dans pratikleri yapıyor. Üç Çinli kadın dans dersleri ve buradaki dans pratikleri sayesinde ilk haftalardaki komik acemiliklerini geride bırakıp zamanla usta birer dansçı oldular.

Açık güvertede neredeyse haftada bir geceye denk gelecek şekilde değişik temalı partiler yapılıyor. O partilerde ise o günlerde bulunulan bölgeden gelen yerel sanatçılar folklorik tarzda dans gösterisi sunuyor.

Hemen ardından bu kez daha çok animatör gençler yolcuları dansa kaldırıp pistin her daim canlı ve neşeli kalmasını sağlıyorlar. Değişik ülkelerden gelmiş 6 kız 7 erkekten oluşan animatörler tüm yolculuk boyunca bitmeyen enerjileri ile sabahtan gece yarılarına kadar, geminin her noktasında yapılan aktivitelerden birisinin içine sizi sokuyorlar.

Brezilyalı Aleks ise tek başına bir eğlence makinesi. İstisnasız her gündüz ve gece, o güne göre hazırladığı özel temalı kıyafeti ve aksesuarları ile tüm yolculara sataşıyor, alttan girip üstten çıkıyor, kucağa oturuyor, sırtına çıkıyor, arkandan muziplikler yapıyor ve insanları gülmekten kırıp geçiriyor.

En temel aksesuarları, kendisine dişlek tipi veren takıp çıkardığı kocaman ve yapay dişleri ile aslında kel olan kafasına oturttuğu değişik kadın perukları. En çok yaptığı oyun ise işveli ve çapkın kadın çeşitlemeleri. Gemideki her erkeği özellikle eşlerinin yanında tavlamaya bayılıyor.

Gecelerin en önemli merkezi buluşma yeri ise Royal Tiyatro Salonu. Geminin ön tarafındaki 5., 6. ve 7. katları birleştirmişler ve tek bir gösteri salonu haline getirmişler. Yüksekliği bu üç katın birleşiminden oluşuyor.

Her türlü teknik ve ışık sistemlerine sahip kocaman sahnesi ve arkaya doğru yükselen yelpaze halinde tüm salonu kaplayan geniş koltukları ve alımlı bir manzara oluşturan balkon bölümü ile muazzam bir müzik, opera ve tiyatro salonu.

Bayılıyorum Royal Tiyatro'da sunumları yapan kadına, uzun boylu, uzun saçlı, zayıf ve beyaz tenli. Her daim şık ve fazlaca makyajlı. Alman asıllı ve ismi Anna.

Sıradan bir sunucu değil aynı zamanda geminin eğlence bölümü müdürü. Bir başladı mı, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Fransızca, İspanyolca ve Portekizce peş peşe anlatıyor ve her farklı dilde, sesinin tonunu, vurgusunu ve şiddetini değiştirerek.

Hiç birisini anlamıyorum ama onu dinlemek yine de hoşuma gidiyor. Biraz da kendime kızarak, ana dilim dışında başka bir dil öğrenmediğim için. Emrinde çalışan animatörlerle birlikte her akşam Royal Tiyatro önünde tüm misafirleri karşılıyor ve daha sonra sanki kendisi bir sanatçıymış gibi özel müziği ve ışık gösterileri eşliğinde sahneye çıkarak altı ayrı dilde kısa bir tanıtım yaparak programı başlatıyor.

Bir akşam gösteri başlamadan yanına gidiyorum, yarım yamalak İngilizcemle "ne kadar güzel konuştuğunu" söylüyorum ve "Türkçe de konuşmasını" istiyorum, cin gibi akıllı veya dikkatli kadın, derhal "merhaba, nasılsın" demez mi.

Geminin yıldızı Brezilyalı Aleks, Anna'ya aşık. Royal Tiyatroda her gösteri öncesi yine tek kişilik eğlence makinesi olarak, kendi özel kıyafeti ve takma dişlek ağzı ile koltuklar arasında dolaşıyor ve kendi şovunu sunuyor.

Ne zamanki, asıl şov zamanı gelip Anna sahneye doğru yürümeye başlayınca Aleks mutlaka ona ilanı aşk yapıyor. Anna, önceleri buna yüz vermiyordu. Hatta bir akşam "tamam o zaman, beni ellerinle havaya kaldır" dediğinde, garibim Aleks tüm çabasına karşın bu işe gücü yetmemiş ve aynı anda o gece sahne şovu olan bir jimnastikçi Anna'yı kucakladığında ve Anna'da bu sporcuyla birlikte gittiğinde, Aleks üzüntüsünden düşüp bayılmıştı.

İlerleyen gecelerde ve günlerden 14 Şubat iken, aşk tanrıçası Eros okunu Anna'ya attı ve o anda karşısına Aleks çıktığı için Anna da buna aşık oldu. Sonraki gecelerde önce nişanlandılar, sonra evlendiler, sonra Anna hamile kaldı ve hatta doğurdu. Hamile haldeki Anna önde yürürken, Aleks arkasından, kadının şişirilmiş karnın göstererek, "benden, benden" diye havalara sıçrıyordu.

YOLCULUK ÖNCESİ YOLCULUK

İzmir, İstanbul, Milano uçakla, Cenova'ya trenle. Oradan gemiye biniş ve sırasıyla Marsilya, Barselona, Malaga. Temiz ve düzenli Avrupa şehirleri. Ulaşım imkanları rahat ve seçenekler fazlaca. Son beş yüz yıldır medeniyet yolunun öncüleri. İyi ve kötünün şahikası Avrupa. Hemen peşinden Cebelitarık boğazından geçerek, Batı Atlantik'te bir dizi ada üzerine Portekizlilerin kurduğu yine bir Avrupa şehri olan Funchal.

İlk bir hafta geçti bile. Şimdi, uçsuz bucaksız Okyanus ortasında aralıksız beş gün boyunca batıya gidiceğiz. Sonrasında Karayipler. Bir yıl önce uçakla geçmiştim Atlantik'i. Şimdi gemi ile. Devasa su kütlesinin üzerinde hafif hafif sallanıyoruz.

Şimdi biz bir hafta öncesine dönelim ve yolculuğumuzu ilk başından anlatmaya başlayalım.

4 Ocak 2019. Gemi yolculuğundan bir gün önce geldik buraya. Hem Cenova'yı gezelim hem de tek bir gün içinde bu kadar şehir arasında havadan ve karadan yapılacak yolculuklarda olası bir rötar ya da talihsizlik halinde gemiyi kaçırırız korkusu yüzünden. Milano Havaalanından merkezi tren istasyonuna otobüsle rahatça gittik.

İki büyük bavul, iki orta büyüklükte bavul, birisi büyük ikisi orta büyüklükte üç sırt çantası, toplam yedi parça yükümüz var.

Saat öğlen 12.30 suları. Tren biletlerimizi Gülsüm aldı ben eşyaların yanında beklerken. Tren kalkışımız 15.30 imiş. Bugünkü tek tren buymuş Cenova'ya giden. Üç saat vaktimiz var, olsun varsın, şimdi zaman sıkıntımız yok, son derece rahat ve mutlu durumdayız. İlk bir saati ana salonda dolaşarak, oturacak bir yer bulup su içerek ve yanımızda getirdiğimiz kurabiyeleri yiyerek, etrafı seyredip sohbet ederek geçirdik.

Gözümüz etrafa alışınca ben biraz dolaştım, hemen yakında bir kafe keşfettim. Bavullarımızla rahatça girebileceğimiz ve sıcak çay veya kahve içebileceğimiz bir yer. Oraya yürüdük, rahat bir yere oturduk,

Gülsüm kahveleri almaya gitti, önce birkaç tatlı atıştırmalık getirdi ayaküstü, kahvelerimiz hazırlanıyormuş, sonra tekrar sunum bankosuna yöneldi bu kez kahveleri getirmek için, ben ilk defa cebimdeki tren biletlerini çıkardım ve incelemeye başladım.

BU NASIL BİR KOŞMACA

Birden bayılacak gibi oldum, çünkü biletin üstünde varma zamanı 15.30 yazarken, kıvrık olan yerin arka tarafında kalkış saati olarak 14.05 yazıyordu, saatime baktım, 14.02'yi gösteriyor. Eyvah, yandık.

Yerimden fırladım, sırt çantalarını yüklenirken bir taraftan Gülsüm'e sesimi duyurmak için bağırıyorum; "Tren kalkıyor, biletteki saate yanlış bakmışız, bırak kahveleri, koş." Gülsüm alı al moru mor olayı anlamaya çalışırken, bir taraftan da ona kalan sırt çantasını sırtına takmaya ve bavulları sürüklemeye başlıyor, peron girişi hemen önümüzde ama bilet kontrolü ve giriş sırası paniğimizi arttırıyor.

Asıl şoku trenlerin kalkış bölgesine geldiğimizde yaşıyoruz; yaklaşık yüz metrelik bir genişlikte on civarında tren yolu üzerinde on ayrı tren. Bizimkisi hangisi? Bu arada saat 14.05 olmuş bile. Bir tek görevli ortada yok, yolcular oradan oraya gidiyor ve biz İtalyanca bilmiyoruz.

Bir güvenlik elemanı görüyoruz, yüzümüze bile bakmıyor. Genel elektronik panoyu ararken bir taraftan her bir tren yolu önündeki bağımsız elektronik panolarda akan yazı ve rakamları anlamaya çalışıyoruz. Yok, yok, yok. Hiçbir şeyi anlamıyoruz.

Karşıdan temizlik ya da yük görevlisi olduğu anlaşılan, Hintli veya Pakistanlı iki görevli geliyor, kan ter içinde yalvaran gözlerle "Cenova treni" diyorum, önce umursamazca gelip geçiyorlar, sonra birden birisi durup geri dönüyor, bilete bakıyor ancak o da tam olarak trenin yerini bilmiyor, yine de "gelin" diyor ve hızlıca, kalkmaya hazırlanan trenlerin önünden yürüyor, fifti mi fiftin mi gibi bir şey dökülüyor ağzından.

Gülsüm, bunu duyunca "ellinci peronmuş" diye daha hızlı koşmaya başlıyor önümüzde, ancak bize yardım eden "evliya" birden on beşinci peron önünde duruyor ve burası diye bana işaret ediyor, Gülsüm 20-30 metre öteye gitmiş bile, uğultulu kalabalık içinde, tekrar bağırıyorum; "burasıymış, dön gel" diye.

Kalkış saati en az beş dakika geçmiş olmalı, trenin en arka vagonuna bavulları atmaya başladım bile, içimde de bir korku "ya bu tren değilse" diye.

Bizim vagonun numarasının 8 olduğunu biliyorum, en arka vagon ise 20 numaralı. Önemli değil, tren içinde yürürüz. Gülsüm'deki bavulları da karga tulumba attım ve son olarak ikimiz trene zıpladık.

Son bir kontrol için, içerde ilk gördüğüm yolcuya bileti gösterdim, "Cenova mı?" diye, ancak artık çok geç, tren hareket etti. Aynı anda, konuştuğum yolcu biletime baktı ve evet anlamında başını salladı, işte o an ki sevincimi nasıl anlatabilirim ki burada;

"Fener şampiyon mu oldu, büyük bir dava mı kazandım, bahçemde biraz geç bir dönemde taşıdığım portakal ağacım artık kurudu derken yeni yerinde tutmuş da yaprak mı çıkarmış, Efe'nin çiftleştiği Duman'ın 8 yavru birden doğurduğunu mu öğrendim." İşte o derece bir sevinç.

Bavullar sere serpe ancak ben umursamadan ilk koltuğa yığıldım, Gülsüm hala şaşkınlık içinde yüzü kıpkırmızı, "nasıl oldu bu, neden görmedik o yazıyı" derken bir taraftan da bilet satıcısı kadını anlatıyor ; "bana 15.30 derken kalkış değil varış saatini göstermiş demek ki, ben de arka tarafa hiç bakmamışım ama bunlar da hiç İngilizce bilmiyorlar ki" diyor.

Saate baktım 14.13 olmuş, gözünü sevdiğim Akdenizlileri, her zamanki gibi yine rahat rahat çalışıyorlar ve her zaman biraz gecikirler. Ya Almanya'da olsaydık, Prusya disiplini ile tren tam zamanında hareket etmiş ve biz arkasından öylece bakakalmıştık.

Milano Cenova arasındaki tren yolculuğumuz yaşadığımız şok sonrası oluşan doğal bir rahatlama ve önceki mutlu halimize dönme ile geçti. Tren içinde biraz yürüdük, biraz oturduk. Daha sonra, en arkadaki 20. vagondan, biletimizin olduğu 8. vagona ulaşmaktan vazgeçtik. Seyrek yolcusu olan trende 3-5 vagon kat ettikten sonra rastgele bir koltuğa çöktük. Ben etrafı seyrederken, Gülsüm uyukladı. Rahat bir şekilde Cenova'ya ulaştık.

Cenova merkez tren istasyonu ile bir gece kalacağımız otelimiz birbirine bitişik. Bu nedenle istasyon kapısından çıkıp otelin kapısından girdik.

CENOVA AKŞAMI

Cenova, bizim Ceneviz diye öğrendiğimiz denizci insanların şehri. Muazzam bir liman; şehir ve insanlarla iç içe. Bavulları otel odasına koyar koymaz kendimizi dışarıya attık. Kış güneşi artık batmaya hazırlanıyordu.

Bu mevsim için sıcak bir hava ve mavi bir gökyüzü karşıladı bizi. Tüm akşam ve gece şehri dolaştık. Merkezi meydanı, tarihi binaları ve ana caddeleri gezdik. Liman içinde buraya özgü pesto soslu makarna yedik.

Şehrin merkezi sayılan Ferrari Meydanı'nda, 20 kadar insan ellerinde bize tanıdık gelen posterler olduğu halde bir gösteri yapıyorlardı. Çoğunun İtalyan, azının ise Kürt olduğu tiplerinden anlaşılıyordu.

Etrafta bizim MİT'çiler olabilir diye PKK'lı göstericilere karışmadan etraflarından dolaştık. Ne olur ne olmaz, "demokratik hukuk devleti!" olan Türkiye Cumhuriyeti'ne dört ay sonra döndüğümüz anda PKK'lı diye gözaltına alınmayı göze alamazdık.

Tarihi bir şehir olan Cenova'yı sokak lambaları ışığında keşfettik. Henüz yılbaşına mahsus ışıklı süslemeler kaldırılmamış. Meydanın bir tarafına ışıklardan oluşan bir tünel yapmışlar, içinde insanlar geziniyor, fotoğraf çekiliyor.

Büyük Katedralin önündeki küçük meydanına konan ve İsa'nın doğumunu canlandıran dini figürler yine özel olarak ışıklandırılmış. Aralarına girip fotoğraf çektik. Havanın soğuması ve bizim yorgunluğumuzun artması ile yine şehir merkezindeki otelimize geri döndük.

CENOVA'DAN HAREKET

5 Ocak 2019. Sabah erkenden kalktık, market alışverişi ile bir şeyler atıştırdık, çay içtik. Sonra değişik sokaklardan geçerek tarihi bölgeyi bir de gün ışığında gördük. Liman kıyısını dolaştık. Gemimizin olduğu bölgeye yürüdük, heyecanla birazdan gideceğimiz bölgeyi ve yolları keşfettik. Deniz müzesini gezdik.

Orta çağdan kalan geminin önünde fotoğraflar çekildik ve "bu gemi ile dünya turu bitmez" diye gülüştük. Aynı bölgede bulunan tersane havuzlarını inceledik, gemilerin yapıldığı veya tamir edildiği yerleri gördük.

Yeni Liman, Antik Liman, yük gemileri iskeleleri, turist gemileri iskeleleri, yat limanı, balıkçı barınakları hepsi bir arada. Deniz sanki şehrin yollarının, meydanlarının ve trafiğinin bir parçası burada, o derece iç içe geçmiş.

Ancak, antik liman önünden geçen viyadüklü yol hiç olmamış, tarihi şehrin gözlerine boydan boya bir bant çekmişler gibi duruyor, ayrıca hiçbir estetik dokunuş, süsleme, boyama ya da figür konulmamış bir beton yığını halinde.

Limandan ayrılıp şehir içindeki, pazar yerine girdik, buranın sebze ve meyveleri ile bizimkileri karşılaştırdık, çiğ deniz tarakları yedik bolca limon sıkarak.

Sonra yine ağır çekim ve değişik yollardan geçerek otele döndük, çıkışımızı yaptık, bavulların büyüklüğü nedeniyle büyükçe bir taksi çağırmasını istedik, taksici ile sohbet ederek kısa sürede gemimizin önüne kadar geldik.

12 TÜRK BİR ARAYA GELDİK

Valizleri gemi görevlilerine bırakarak, eşyasız olarak gemiye bineceğimiz terminale girdik. Erken gelmişizdir derken buranın bayağı kalabalık olduğunu ve işlem sıra numaramızın ise arkalara kaldığını anladık ama umursamadık, sıramızı beklemeye başladık kâh oturarak kah etrafta yürüyerek.

Bu arada bir gurup insanın Türkçe konuştuğunu duyunca onlarla tanıştık. Biraz sonra onlardan birisinin tanıştırmasıyla bir başka Türk çift ile daha tanıştık. Kısa süreden 12 Türk ile tanıştık, toplam 20 Türk olduğunu duymuştuk ancak bu sayının 18 olduğunu ilerleyen günlerde anladık ya da 2 Türk kendisini hiç belli etmedi yolculuk boyunca.

Nihayet sıra bize geldi, kişisel bilgilerimiz alındı, pasaportlar ve vizeler kontrol edildi, tüm gezi boyunca en önemli eşyamız olacak plastik kimlik kartlarımız verildi. Bildik banka kredi kartı şeklindeki bu kartlarda, isimlerimiz ve oda numaralarımız yanında daha bir sürü bilgi yer alıyor.

Dört ay boyunca yanımızdan ayırmadığımız bu kartlar, karaya çıktığımızda pasaport yerine geçen kimlik belgemiz, odamızın kapı anahtarı, gemi içi ödemeleri yaptığımız kredi kartı ve her türlü iş ve işlemde kullandığımız bir belge.

Gemiye bindik, hoş geldin kokteyli ile karşılandık. Merakla ve sabırsızlıkla salonları, katları, koridorları keşfetmeye çalıştık. Ortalarda biraz dolaştıktan sonra odamızı bulduk. Bundan sonra tam 119 gecemizin geçeceği odaya girdiğimizde bizden önce bavulların geldiğini gördük. Eşyalarımızı dolaplara ve çekmecelere yerleştirdik.

Bavulları, çift kişilik kocaman yatağın altına gizledik. Geleneksel, ilk yardım tatbikatı için çağrıldığımız büyük salona gittik. Can yeleklerimizi giydik, o şekilde biraz durduk, 6 ayrı dildeki açıklamaları, hiçbir şey anlamadan dinledik.

Birazdan gemimiz ilk kez hareket etti. Cenova'yı denizden seyretmek için güverteye çıktık.

Denizde yapacağımız dünya turu başlamıştı. Heyecan, umut ve mutluluk içinde gezinin tadına varmak için önümüzdeki denizi ve arkamızda bıraktığımız şehri hafifçe soğuyan havaya aldırmadan seyrettik. (Yarın: BARCELONA)

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
MANİSA LALESİNİ KOPARANA 387 BİN LİRA CEZA
MANİSA LALESİNİ KOPARANA 387 BİN LİRA CEZA
İZMİR ÜÇÜNCÜ, BİNGÖL SONUNCU
İZMİR ÜÇÜNCÜ, BİNGÖL SONUNCU