BAŞKENT COLOMBA’DAYIZ

BAŞKENT COLOMBA'DAYIZ

14 Ekim 2019 - 23:23 - Güncelleme: 14 Ekim 2019 - 23:42

Durmuş Zamanda Akan Deniz İçi Irmakları, Sürpriz Görüntüler Peş Peşe

DURMUŞ ZAMANDA AKAN DENİZ İÇİ IRMAKLARI

Hint okyanusunda batıya doğru yol aldığımız ilk günümüzde, sabah ilk işimiz her zaman yaptığımız gibi 13. kattan denizi seyretmek oldu. İlk kez karşılaştığımız bir deniz manzarası bize günaydın dedi. Deniz o kadar sakin ve yüzeyi o kadar hareketsizdi ki, adeta bir ayna gibi havadaki bulutların aksini denizde seyrettik.

Zaman durmuş gibiydi. Etrafımızda yaprak kıpırdamıyor, sanki sığ ve durgun bir su birikintisi içinde öylece duruyorduk. Huzur veren bir sessizlik, denizdeki ve havadaki sakinliğe eşlik ediyordu. Biraz sonra deniz öyle bir hal aldı ki, bu şekline de ilk kez tanık olduk;

Ayna halindeki düz, parlak ve hareketsiz okyanusun, belirli yerlerinde sanki eğri büğrü ırmaklar akıyormuş gibi yaklaşık 50 metrelik genişlikte ve yüzlerce metre uzunluğundan çok hafif dalgalı ve dalgaların üstü beyaz köpüklü bölgeler oluştu. İlk anda oralarda iri balıklar havaya sıçrıyor ve onlar bu şekilde beyaz köpükler oluşturuyor gibiydi. Çünkü, deniz yüzeyinin belirli kesimleri bu şekilde küçük beyaz köpüklü kıpırtılar halinde kaynarken, o bölgelerin sağı solu çarşaf gibi sakince durmaya devam ediyordu. Bazı yerlerde eğri bürü bu ırmaklar karşılıklı bir yay gibi dış taraflarına doğru büküldüklerinden, iç tarafları ayrı bir göl şeklinde bu beyaz köpüklü çerçeve içinde hapis kalıyordu. Gözümüzün gördüğü tüm alanlarda bu beyaz köpüklü hafif dalgalı bantların uzayıp gittiğini izledik.

Daha sonra tüm deniz, çarşaf halini terk edip hafif dalgalı koyu lacivert bir şekle büründü. Bu durum tüm gün sürdü. Ancak, hafif dalgalı beyaz köpüklü bantlar da tüm gün boyunca kendi varlıklarını korudu. Bunun mutlaka fiziki ve coğrafi bir nedeni vardır, ben sadece gözlemlerime dayalı bir tahmin yapacak olsam bu bantların genel deniz ortamından daha değişik ısıya sahip birer akıntı bölgeleri olduğunu söyleyebilirim. Deniz içindeki akıntılar, birer ırmak gibi gün yüzüne çıkıyor gibi geldi bana.

SÜRPRİZ GÖRÜNTÜLER PEŞ PEŞE

Sri Lanka'ya doğru giden yolculuğumuzun 2. günü de pırıl pırıl bir okyanus içinde başladı. Deniz dünkü gibi ayna şeklinde olmasa da koyu lacivert rengini değiştirecek hiçbir dalga veya beyaz köpük taşımıyor. Hava parçalı bulutlu. Çok hafif bir rüzgâr esiyor. Sıcaklık 30 derece civarında.

Hint Okyanusu ortasındayız etrafta hiçbir ada veya kara parçası olmamasına rağmen birdenbire yanı başımızda en fazla 5 metre boyunda ahşap bir tekne belirdi. İlk anda Robinson Crusoe ıssız adasından bir tekne yaparak kurtulmuş ve okyanus ortasında tek başına sürüklenirken rast geldiği bizim gemimiz tarafından kurtulmayı bekliyor gibiydi.

Tekne içindeki birkaç adam ellerini havaya kaldırmışlar gemiye doğru sesleniyorlar. Ben, “merak etmeyin kurtarıcınız geldi" demeye hazırlanırken bunların yerel balıkçılar olduğu, ellerinde kocaman balıkları neşe içinde bize gösterdiklerini anladık.

Dış yüzeyi yöresel renkli motiflerle süslenmiş balıkçı teknesinden balık alamadık ancak karşılıklı olarak el sallayarak selamlaştık ve onları arkamızda bırakarak yolumuza devam ettik.

Havadaki bulutlar beyaz renkli ve parçalı şekilde. Parçalı bulutların güneşi kapattıkları anlarda denizdeki ışık yansıması daha hoş bir görüntü oluşturuyor.

Çıplak güneş ışığı denizi pırıltılı ve gözü kamaştıracak kadar parlak yapmasına karşın bu şekilde bulutları delerek gelen güneş ışığı tatlı ve yumuşak bir parlaklık ve yakamoz oluşturuyor, oluşan pırıltılar deniz yüzeyinde iç içe geçip mavi gri lacivert oval şekiller çizerek parıldıyor.

Ayrıca bazen geminin kenarına paralel olarak bizi takip eden uzunlamasına ışık huzmeleri lacivert sularda uzun ve kalın mızraklar şeklinde mavi izler yaratıyor ve bu mavilikler içinde ayrıca beyaz ışık çizgileri fark ediliyor.

İlerimizde gri renkli bir yağmur bulutu kümesi belirdi. Onun altındaki deniz gri renkli ve etrafına göre kıpırtılı bir şekilde. On dakika kadar sonra bu yağmur bulutunun altına girdik ve yağmur başladı. Önümüz ve arkamız mavi gökyüzü ancak tam üstümüzden orta karar yoğunlukta yağmur yağıyor. Yağmur damlacıkları çok mu hafif ya da içlerinde hava bulunan su balonları mı bilmiyorum ama doğrudan denize düşmüyor, 13.kattan yaptığımız gözlem sırasında adeta kar taneleri gibi önümüzde dans ederek uçuyorlar. Yağmur bulutunu 5 dakika içinde geçtik ve tekrar mavi gökyüzü altındayız.

Rahat şekilde gördüğümüz bir uzaklıkta 4 tane yunus bata çıka sağ yanımızdan geçip gittiler. Geminin en arka güvertesinden elimizde çay bardakları uçsuz bucaksız bu sakin okyanusu seyretmeye devam ettik, içimizde tatlı bir huzur ve yüzümüze akseden tebessüm ile.

Colomba, Sri Lanka (Seylan)

40- COLOMBO, SRİ LANKA. 060 87’ Kuzey Enlemi, 800 02’ Doğu Boylamı

8.4.2019 başkent Colombo’dayız. Gemimiz erken saatlerde limana yanaştı ve biz hızlı bir kahvaltıdan sonra gemiden indik ve bizi şehri gezdirecek otobüsümüzse geçtik. Güler yüzü ve tatlı sesi ile bizi şehrini anlatan yerel rehberimizin liderliğinde Colombo'yu turlamaya başladık. Limanın hemen çıkışında Pettah isimli yerel alışveriş sokakları ve Kırmızı Camiyi gördükten sonra şehrin belli başlı caddelerini ve meydanlarını otobüsle dolaştık.

Burada Budistler, Hindular, Hıristiyanlar ve Müslümanlar iç içe yaşıyor ve her birine ait tapınaklar şehre serpiştirilmiş vaziyette. Olimpiyatlarda bu ülkenin sporcularının başarılarını pek duymasam da birçok spor alanının yanından geçtik. Kriket, futbol, tenis ve yüzme tesislerini ve oralarda çalışma yapan sporcuları gördük.

Televizyon Kulesi çok şık. Lotus çiçeği şeklinde yapılmış, beton kulesi yeşil renkte bitki sapı gibi iken asıl tesisin olduğu tepe kısmı kırmızı mor renkli lotus çiçeği şeklinde ve tüm gün içinde dolaştığımız şehrin her noktasından görülecek kadar yüksek ve güneş ışıkları altında çok güzel bir görüntüsü var.

İlk mola yerimiz büyük bir Budist tapınağı. Ayakkabıları girişte çıkardık, çorapla veya çıplak ayakla tapınağı gezdik. Her taraf renkli buda heykelleri ile dolu. Büyüklü, küçüklü, metal veya mermerden. Ayrıca, resimler ve panolar var. Buda dışında diğer kutsal motifler ve figürlerle renkli ve zengin bir görüntüye sahip. Bahçe kısmında yarı açık toplantı yerinde Budist rahipler ayin yapıyordu.

Tam o sırada büyük bir fil avluya getirildi. Çok sakin ve gözleri sevgi dolu bakan bu filin her tarafını yoğun bir şekilde yağlamışlar. Bu nedenle fil pırıl pırıl parlıyor ve deri rengi de hafif siyaha kaçıyor. Merdivenlerin ilk iki basamağına ön ayaklarını koyup sanki selamlıyor gibi hareket yaptıktan sonra rahipler fili beslemeye başladılar.

Muz başta olmak üzere, kavun ve değişik narenciyeleri durmadan yemeye başladı. İki rahip meyveleri yetiştiremiyor ve bizim fil, bir taraftan onların ağzına verdiklerini yuttuğu gibi kendi hortumu ile yan tarafta stoklanmış kasalardan meyveleri alıp alıp ağzına götürüyor. Biz dahil bir çok turist hortumunun dibine kadar yaklaştık.

Bir kez daha sakinliğine ve sevgi dolu bakan gözlerine tanık olduk. Meyveler bitince bakıcısı tekrar geri götürdü. Karnı doydu ki geldiği gibi sakin ve sessizce tapınak kenarındaki kendi mekanına doğru yollandı.

Daha sonra şehrin merkezi parkına ve orada bulunan süslü sütunlar üzerinde yükselen yine süslü bir çatıdan ibaret olan anıta geldik. Yaklaşık 10 adımlık merdivenle tırmanılacak bir yükseklikte inşa edilmiş ve 10 metreye 50 metre ebatlarında bir dikdörtgen şeklinde. Önünde bayrak direkleri, bunların ortasında bir devlet büyüğünün yüksek bir sütun üzerinde heykeli ve etrafında bu ülkenin sembolü olan aslan heykelleri.

Deniz kıyısında büyük bir alanı doldurmaya devam ediyorlar ve oradaki reklam panolarından anladığımız kadarıyla burası çok büyük bir gökdelenler, oteller ve iş merkezleri alanı olacak. Bu alanın karşısında parlamento binası ve diğer resmi banalar var.

Yakın bir noktada olan ulusal müzeye gittik. Müzenin olduğu sokağın önündeki meydanda çok büyük ebatlarda bu ülkenin İngiltere'ye bağlandığı dönemlerde hüküm süren İngiltere Kraliçesi Viktorya'nın tahtında oturur şekilde bir heykeli var. Müzenin önünde ise bu müzeyi kuran bir başka İngiliz'in büyük bir heykeli dikilmiş. Müze çok büyük ve çok güzel donatılmış;

Ülkenin tüm tarihi çok uzun dönemlerini içerecek şekilde çok değerli orijinal görsellerle anlatılmış. Son krallarının tahtını en büyük odada sergiliyorlar. Bir başla bölümde ise insanoğlunun maymundan evirilerek geldiğiniz anlatan ve tüm dünyaya yayılışını gösteren ayrıntılı görseller bulunuyor.

Müzeden sonra, Kingsbury isimli 5 yıldızlı güzel bir otelde bizi misafir ettiler. Gösterişli salonlarda Seylan çayı ve kek ikram edildi. Çay denilince ilk akla gelen ve eski ismi Seylan olan ülke burası ve güzel çaylarından doyasıya içtik.

Günün ortasını geçerek tekrar gemiye döndük. Kısa bir yemek molasında sonra bu kez şehrin alışveriş merkezini ve Kırmızı Camisini gezmek için bir başka otobüsle aynı otel mıntıkasına geri döndük. Orada karşılaştığımız ve gemiden arkadaş olduğumuz Macar karı koca ile yaya olarak dolaşmaya başladık. Erkek olan Macar arkadaş, yaklaşık 15 sene İstanbul'dan kendi ülkesine tekstil işi yapmış. Sonra Çin mallarının her yeri kaplaması üzerine Türkiye üzerinde iş yapan şirketini kapatmak zorunda kalmış.

Birlikte dolaşırken özellikle Kırmızılı camiye gitmek istediğini söyledi. Yol üstünde yeşil kubbeli küçük bir cami önünden geçerken önce oraya girmek istedi. Buradaki camilerin kadın ve erkek girişleri farklı kapılardan. Gülsüm kadınlar kapısına gitti, Macar kadın biraz çekingen kaldı ve camiye girmeyip dışarıda bekleyeceğini söyledi. Biz iki erkek birlikte camiye girdik.

O sırada ikindi namazı vakti gelmişti. Ezanı dinledik ve peşi sıra ikindi namazını kılışlarını en arkadaki sandalyelere oturarak seyrettik. Namazın her aşamasını (sünnet, farz, rükû, secde, selam gibi) Macar arkadaşa sırasıyla anlattım, ilgiyle dinledi, Türkiye'de aynı olup olmadığını sordu. Aynı olduğunu söyledim.

Daha sonra en büyük ve meşhur olan Kırmızı Camiye geldik. Burayı da gezdik. Burada namaz bittiği için cemaat dağılmıştı. Bu kez Macar kadın da orada bulunan tesettür kıyafetlerini giyerek Gülsüm’le birlikte camiye girdi. Aynı anda Çinli bir genç kız da onlara katıldı. Her üç kadın tamamen çarşaflar içindeydi.

Macar arkadaşa, "benim hanım senin hanımı Müslüman yapacak" diye takıldım. Çıkışta imamla konuştuğumda şafi mezhebinden olduklarını öğrendim. Caminin içinde bütünlük arz edecek şekilde din görevlileri ve talebeler için çok katlı bir bina daha vardı. Oldukça büyük ancak dar bir sokak içinde ve komşu binalara bitişik olan bu caminin tüm dış duvarları, kubbesi ve bizimkilere benzemeyen sadece küçük bir yükselti şeklindeki bir çok minaresi tamamen birbirine paralel çizgiler şeklinde kiremit kırmızısı ve krem renklerden oluşuyordu.

Caminin de bulunduğu semt ve oradaki tüm sokaklar İzmir'in Kemeraltı'sı gibi. Mahşeri bir kalabalık ve sıra sıra dükkanlar. Dükkanlar önünde çığırtkan esnaf müşteri çekmek için bağırıp duruyor ve büyük çoğunluğu tekstil olan mallarını ellerinde gösteriyor. Birçok mağazada ayrıca bangır bangır müzik sesleri geliyor.

Yollarda ilerledikçe etraf, Kemeraltı'dan ziyade Basmane Tepecik civarlarına benzemeye başladı. Kaldırımlarda yürümek mümkün değil, yollar ise araç ve buraların meşhur taşıtı tuk tuk'larla dolu. Tuk tuk'lar, üç tekerlekli, tek kişilik ön koltukta şoförü ve hemen arkasında iki yolcu koltuğu ile kapalı hale getirilmiş motosikletler.

Biraz zor da olsa mecburen yaya olarak otobüsün bulunduğu aynı otel önüne kadar yürüdük, otel karşısındaki bir başka açık hava satış bölgesinde Seylan çayı aldık ve akşamüzeri gemiye döndük. (Yarın: Kaptanın Ofisinde, Kaptan Köşkünde, Bir Kez Daha Terör, Bir Kez Daha Şampiyon)

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
MANİSA LALESİNİ KOPARANA 387 BİN LİRA CEZA
MANİSA LALESİNİ KOPARANA 387 BİN LİRA CEZA
İZMİR ÜÇÜNCÜ, BİNGÖL SONUNCU
İZMİR ÜÇÜNCÜ, BİNGÖL SONUNCU