Avustralya’da Hayvanlar Alemi büyüleyici

Avustralya'da Hayvanlar Alemi büyüleyici

04 Ekim 2019 - 18:20 - Güncelleme: 04 Ekim 2019 - 18:51

Fremantle, Perth, Avustralya, Polis Orkestrası ile Konser ve Dans, Hayvanlar Aleminde

36- FREMANTLE, PERTH, AVUSTRALYA. 310 95’ Güney Enlemi, 1150 86’ Doğu Boylamı

Kahvaltıdan sonra kara göründü. İlk gördüğümüz, Fremantle limanı önündeki büyük bir ada idi. Onun önünden geçerek limana giriş yaptık. Liman, Swan nehrinin oldukça geniş ve her iki tarafı beton kenarlı liman alanları olarak düzenlenmiş denize döküldüğü kısmında yapılmış. Hem yük hem de cruise iskeleleri karşılıklı olarak düzenlenmiş.

Karaya bakışımıza göre sağ tarafımızda ve limanın hemen dışında buradaki asıl şehir olan Perth’e çok sık olarak sefer yapan Fremantle metro istasyonu var. Onun ilerisinde ise çok büyük bir yat limanı bulunuyor. Kenara çektikleri yatları, dörder katlı metalden yat parklara koymuşlar. Kocaman yatlar hem uzunlamasına bir hat halinde hem de dört kat şeklinde üst üste deniz kıyısında istiflenmiş olarak denize çıkacakları günleri bekliyordu.

Gemimizin diğer tarafı ise ticari gemiler, çok sayıda konteynırlar ve kocaman vinçlerle doluydu. Burası, Avustralya'nın en büyük ihraç limanı imiş. Açıkta onlarca büyük yük gemisi demir atmış vaziyette yükleme sıralarını bekliyordu.

Geminin hem Framentle'yi hem de Perth'i gezdirecek otobüs turu öğleden sonra olacağı için mecburen gemi içinde kaldık ve son gün fırtınasının etkilerinden arınmak için kapalı spor salonuna gittik. İki saate yakın bir süre liman manzarası eşliğinde koşu bandı ve bisiklet başta olmak üzere aletler üzerinde spor yaptık. Gemimizin hemen önünden gidip gelen liman içi teknelerin peşinden dalıp çıkan üç tane yunusu seyrettik. Limanın ticari bölümünün dışında bulunan geniş beyaz kumsallı plajı gözümüze kestirdik yarın için. Ancak, bu bölgede her yıl en az 4-5 köpekbalığı saldırısı olduğu için, yüzmekle yüzmemek arasında tereddüt ediyoruz.

Tur saatimiz gelince otobüsümüz bizi önce liman kasabası şeklindeki Fremantle sokaklarında gezdirdi. Gemiden bakınca, içinde olduğumuz ticari limanın yarattığı önyargı ile hafif tepelik ve çok geniş ve boş alanları bulunan bir kasaba görüntüsü nedeniyle burayı Orta Amerika'nın fakir ve bakımsız liman şehirlerine benzetmiştim. Kasabayı gezerken yanıldığımı gördüm. Çünkü, zenginlik ve modern şehircilik hemen kendisini belli ediyor.

Geniş ve düzgün yollar, temiz kaldırımlar, güzel ve bakımlı evler ve işyerleri ile modern ve zengin bir küçük şehir burası. Ancak sokakta insan sayısı çok az ve dükkanların çoğu kapalı. Araç trafiği de yok denecek kadar seyrek.

Yarım saat kadar sonra Perth şehir merkezine vardık. Yol boyunca kesintisiz olarak zengin villaları olan mahallelerden geçtik. Büyük yeşil alanlar içinde çok fazla tenis kortu gördük. Trafik yine seyrekti. Swan nehri, şehir merkezinde devasa bir göl halinde ve çok durgun şekilde akıyor. Öyle ki Pert şehri içinden hem nehir hem de bu nehrin yatağında oluşan bir göl geçiyor.

Burası yalnız şehir. Etrafı okyanus ve çöl ile çevrili. Melbourne'le arasında 3 saatlik zaman dilimi farkı var. Kendine bağlı kasabaları dahi 300-500 km uzaklıkta. Aynı zamanda neredeyse düz bir arazi yapısı var. Arazinin büyüklüğü ve nüfusun azlığı nedeniyle, caddeler, sokaklar, parklar ve binalar anormal derecede büyük ve birbirlerinden uzak. Arap yağı bol bulunca olmadık yerlerine sürermiş misali bunlar da araziyi bol bulunca ve para da olunca her şeyi kocaman yapmışlar. Bu nedenle burada yürüyerek gezmek mümkün değil.

Otobüsümüz iki ayrı yerde fotoğraf molası verdi. İlki, nehir seviyesinde ve etrafımızda çok geniş çimlik alanlar, küçük doğal göletler ve bunların içinde değişik su kuşları ve en önemlisi siyah kuğular. Siyah kuğuların gagaları kırmızı renkte. Siyah tüyleri, uzun boynu, zarif başı ile çok uyumlu bir görüntü oluşturan kırmızı gagaları ile suyun üstünde rahat bir şekilde yüzüyorlar. Yemlenmeleri ise çok komik; Başlarını ve uzun boyunlarını neredeyse vücutlarının ön tarafı da dahil olacak şekilde uzun süreli olarak suyun içinde tutuyorlar, vücutlarının kalan kısmı ve arka tarafları ise amuda kalkmış gibi sabit şekilde görünüyor. İlk anda bu hallerine bakarken canlı kuğu olduğunu anlamadım, ölmüş büyük bir kuş gövdesi gibi geldi bana.

Çimlik alanın karşı tarafında çok modern ve büyük bir stadyum vardı. Otobüsün durduğu bölgede ise yine devasa bir otel kompleksi bulunuyor ve rehberimiz ilginç şekilde bu otelin tuvaletlerinin çok güzel olduğunu ve mutlaka girip kullanmamızı önerdi. Gerçekten tuvaletler o kadar büyük ve modern ki, duvarlarını süsleyen tablolar ve seramiklerle adeta bir sergi salonu. Otelin giriş lobisinin bir ucundan diğer ucuna yürürseniz günlük spor aktivitenizi yapmış olursunuz, o derece büyük bir otel. Bir arka koridorun sonundaki dikdörtgen şeklinde yüksek tavanlı çok amaçlı salon adeta bir kapalı spor salonu büyüklüğünde, her halde en az iki bin kişi aynı anda çok rahat şekilde masalarda oturarak burada yemekli toplantı yapabilir.

Diğer mola yerimiz ise çok hafif bir tepelik şeklinde şehir merkezine ve nehrin oluşturduğu göle bakan kocaman bir park ve botanik bahçesi. İçinde geniş kaideli bir sütundan ibaret olan savaş anıtı ve onun önünde beş metre çapında bir yuvarlak havuz ve havuzun fıskiye yerinde hiç sönmeyen bir ateş yanan metalden bir meşale konmuş. Başkaca sosyal donatılar, turistik kafe ve dükkanlar bulunuyor. Aborjin kültür merkezi ise kapalı idi.

Otobüsümüz Fremantle'ye bir başka yoldan geri döndü. Bu bölgede okaliptüs ağaçları ve çınar ağaçları sayı olarak birbiriyle yarışıyor. Şehir merkezinde çınarlar daha fazla iken dış mahallelerde ve büyük parklarda değişik türde okaliptüs ağaçları var. Ağacına göre değişen beyaz, sarı ve kırmızı renkli çiçekleri açmış ve tüm ağaçları kaplamış.

Buradaki ağaçlar, bizimkilere göre daha parlak gövdeli ve yapraklı. Ancak, dallarının kırılganlığı bizimkilerle aynı. Büyüklü küçüklü pek çok kırık dal ağaçların altında duruyordu. Bir de ara ara göze çarpacak yoğunlukta tamamen kurumuş ancak kesilmemiş okaliptüsleri gördük. Doğal hayat şartları açısından bilinçli olarak mı bırakıyorlar bunları anlayamadım. Çünkü, yollarının ve çimlik alanlarının temizliği ve bakımı ile açıklaması zor bir çelişki söz konusu.

Otobüsten inince gemiye dönmeyip bu liman kasabasının sokaklarını dolaştık. Bir tek caddesi nispeten kalabalık ve orada bulunan restoran ve kaffelerde müşteriler vardı. Bunların dışında genelde etraf sessiz ve binalar kapalı idi. Temiz ve bakımlı yollarda ve kaldırımlarda aylak aylak dolaştık. Malezya asıllı çok güler yüzlü ve sempatik bir kişinin çalıştırdığı hediyelik eşya dükkanından alışveriş yaptık. Genelde bu saatte o da kapatırmış ancak bizim geminin geldiğini görünce bu kadar geç saate kadar dükkanını açık tutmuş.

POLİS ORKESTRASI İLE KONSER VE DANS

Gece gemide yerel polislerin kurduğu bando mızıka takımının konseri vardı. Müzisyenler resmi polis üniformalı idi ve üniformaları mavi gömlek ve mavili grili ekose İskoç eteklerinden oluşuyordu. Ayaklarında siyah rugan ayakkabı ve uzun siyah çorapları vardı. Çok büyük bir davulu tam göğsü üstünde taşıyan ve beyaz pelüş kumaşla kaplanmış kocaman tokmağı ile ritim tutan davulcunun yüzü hiç görülmüyordu ancak devasa davulu ile birlikte 2,5 metre civarında heybetli bir şekilde devamlı ayakta sanatını icra ediyordu.

Yanında ise göbek hizasında askılı olarak tuttuğu trampetini çalan bir müzisyen ile asıl klasik İskoç tulumlarını yani gaydaları çalan 4 ayrı müzisyen vardı. İskoç halk dansları ezgileri çaldılar ve yine ekose etekli ancak üstlerinde ince yün ceket ve ayaklarında siyah yerine etekleri ile aynı renk ve desende uzun çorapları olan iki kadın polis İskoç halk danslarından örnekler sundu. Dans motifleri içine yerel kanguru hareketlerini ustalıkla yerleştirmişler, bu şekilde melez yada Avustralya esintili İskoç dansı ortaya çıkarmışlar. Çaldıkları duygusal ancak kahramanlıkla ilgili parçalar ise tarihi İskoç filmlerinden aşina olduğumuz ezgilerdi ve aklıma Mel Gibson'nın "Cesur Yürek" filmi ile o filmdeki İskoç-İngiliz savaşları geldi.

Ertesi sabah çok erkenden gemiden ayrıldık, metro ile tekrar Perth'e gittik, merkezi istasyonda trenden inip bu kez belediye otobüsü ile hayvanat bahçesine ulaştık. Avustralya'ya özgü başta kanguru ve koala olmak üzere hayvanları henüz görememiştik, kuşlar hariç. Çok ilginç tür ve renkteki kuşlar her yerde ve hiç korkmadan bize eşlik etmişlerdi.

HAYVANLAR ALEMİNDE

Hayvanat bahçesi, yeni gelişmeler uygun olarak çok geniş alanlara yayılmış ve asla demir parmaklıklarla çevrilmiş küçük bölmelere hapsedilmiş hayvanları içermiyor. Kangurular ve koalalar kendi özel bölümlerinde ancak isteseler rahatça ziyaretçilerin yanına geçebilecek tarzda çekilmiş basit ipten çitlerin arkasında duruyorlar. Penguenler en küçük boyutlu olan türdendi.

Kaplumbağalar hiç görmediğim kadar büyüktü. Yetişkin iki insan rahatça üstüne oturabilir ve seyahat edebilir. Japon güllerini büyük bir iştahla yiyorlar ve kendi bahçelerinde, türlerinin imajına ters olarak enerjik bir şekilde dolaşıyorlardı. İsimlerini ilk kez duyduğum daha çok faremsi bir çok hayvan daha gördük.

Timsahları ise yattıkları geniş ve koyu yeşillikler arasında çıkıp göletlerinde yüzmedikleri için göremedik. Kurbağalar çok parlak yeşil renkteydi. Siyah papağan benzeri kuşlar ve özellikle çok değişik türde, biçimde, boyda, renkte su kuşları vardı. İki büyük turna, mavi renkli uzun bacaklı ve boyunlu balıkçılar ve siyah kuğular göz alıyordu.

Kertenkele, iguana türü yaratıklar içinde Endonezya ejderi çok korkutucuydu ve kocaman bir öküzü parçalayarak yedikleri fotoğraf bu korkuyu perçinliyordu. Bildik Çinli pandalara benzemeyen kızıl renkli pandalar vardı.

Asya ve Afrika bölümlerinde; dişi aslan uyuşuk uyuşuk yatarken, kaplan koyu bir gölgeliğe çekilmiş dikkatlice bize bakan gözleri ile "sakın yanıma gelmeyin, karışmam yoksa" der gibiydi. İki Asya fili ayrı ayrı bizlere resim yaptı.

Hortumuyla tuttuğu fırçayı boya dolu kutuya sokup sonra kenarlarını hafifçe silmesi ve öylece önündeki panoya sürmesi bolca alkış aldı. Alkışları, hortumunu başının üstünde kıvırarak karşılıyor ancak bir taraftan da bakıcısının her hareketinden sonra verdiği ödül mamasını istiyordu. Gergedan ve Dingo köpekleri tembel tembel yatarken, orangutanlar ağaçlara benzetilerek yapılmış çok yüksek ahşap demir karışımı kuleler arasındaki iplere sarılarak geziniyorlardı.

En çok koalaları seyrettik. Baba koala bir okaliptüs üstünde, 3 yaşındaki anne koala bir başka okaliptüs üstünde kıpırdamadan uyurken, 3 aylık yavru koala, annesinin olduğu ağacın alt dallarındaki tüm yaprakları obur çocuklara özgü telaşla yiyip duruyordu. Yavru koala bir müddet yedikten sonra bir o kadar hareketsiz uyukluyor sonra tekrar canlanıp yemeye devam ediyordu. Üst dallardaki annesi ise ara ara gözlerini açıp yavrusunu bakışlarıyla takip ediyordu.

Hayvanat bahçesinde kadrolu görevli olarak çalışanların dışında oldukça yaşlı ve bir takım şort ve tişört giyen görevliler ziyaretçilerin arasında dolaşıyor, siz onlara bir şey sormasanız bile güler yüzleri ve kibar tavırları ile size selam verip oradaki hayvanları siz tanıtıyor. Bunlar, para almadan fahri olarak çalışan şehirliler imiş. Haftada iki gün burada kamusal bir hizmet olarak kendi istekleri ile çalışıyormuş. Sayıları oldukça fazlaydı. Çok başarılı bir sosyal çalışma programı. Kamusal bir hizmeti belediye bedavaya getiriyor ve emekliliğini süren yaşlı insanlar verimli oldukları bir işte çalışarak mutlu oluyorlar.

Hayvanat bahçesinden sonra şehir merkezine yine otobüsle geldik. Tren bileti iki saat süre ile otobüs bileti yerine de geçiyor. Bununla birlikte şehir merkezindeki belediye otobüsleri bedava imiş.

Sınırları belirli bir merkez olmadığı için aslında verimsiz bir yürüyüşle parkları ve özellikle göl halindeki nehir kıyısını gezdik. Denizanalarının fazlalığı ve su üstünden görünen dansları ilgimizi çekti. Çok güzel bir parkın girişine demirden bir kapı yapmışlar ve bunu da zincirle kilitlemişler. Ancak, Nasrettin Hoca türbesi hikayesi gibi parkın bu kapı kısmı hariç her yanı açık. Fıkra gibi olan bu durumun hikayesini ne yazık ki öğrenemedim.

Çok büyük cam ve çelikten gökdelenler yanında eski İngiliz tipi kırmızı tuğlalı ancak çok katlı resmi binalar ve apartmanlar da vardı. Bazı caddelerin belirli kısımlarını araç trafiğine kapatarak sadece yayaların geçtiği alışveriş sokakları haline getirmişler. 19.yüzyılda kullandıkları kırmızı tuğlalardan, şezlong benzeri banklar yapmışlar ve bu durumu bir plaketle anlatmışlar. Dönüşümüz akşam iş çıkışına denk gelmesine rağmen etraf çok az kalabalıklaştı, araç trafiği de rahat olarak akıyordu. Tren istasyonu önünde kırmızı renkli ve boyu 7-8 metre kadar bir Aborjin erkek heykeli dikmişler, apış arasını çok küçük bir çaputla kapatmış ve elinde uzun bir mızrağı vardı.

Burasının ıstakoz memleketi olduğunu ve sokaklarda seyyar tezgahlarda satıldığını okumuştuk ancak biz hiçbir yerde ıstakoz görmedik. Bu açıdan hevesimiz kursağımızda kaldı.

Dönüşümüzde son istasyondan bir önceki istasyonda trenden indik. Çünkü, Hint Okyanusu kenarındaki nefis bir plajı yukarıda belirttiğim gibi gemideyken mimlemiştik. Rahat bir yürüyüşle denize ulaştık. Kumsalı çok uzun ve geniş, denizi de temiz ve az dalgalı idi. Yöre halkı plajı seyrek şekilde doldurmuş, bazıları akşamüstü güneşinde kumsalda yatarken bazıları da fazla açılmadan denizde yüzüyordu. Bizim yanımızda mayo ve havlu olmadığından denize giremedik. Kumların üstünde oturup denizi ve insanları seyrettik. Bu kez ben kısa pantolonlu olduğum için spor ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkardım, dizlerime kadar deniz içinde yürüdüm. Daha sonra tekrar aynı istasyona döndük ve bir başka trenle limana geldik.

Akşam yemeğinden sonra, içinde bu uzak, sessiz ve sakin kasabayı barındıran ve aslında çok işlek bir ticaret limanı olan Fremantle’yi ve bitişiğindeki büyük ve zengin bir ticaret ve sanayi şehri olan Perth'i arkamızda bırakarak, yıldızlı ve yumuşak bir havada Hint Okyanusuna açıldık. Bu aynı zamanda Avustralya'ya hoşça kal anlamına geliyor.

(Yarın: Siyaset, FETÖ ve AK Parti, FETÖ ve Gülen Cemaati, Yüzde Kaç Demokrasisi)

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
İZSU GENEL MÜDÜRÜ KÖSEOĞLU: SİYASET ÜSTÜ ÇALIŞIYORUZ
İZSU GENEL MÜDÜRÜ KÖSEOĞLU: SİYASET ÜSTÜ ÇALIŞIYORUZ
YILMAZ KARAKOYUNLU VEFAT ETTİ
YILMAZ KARAKOYUNLU VEFAT ETTİ