AMERİKAN FİLM DÜNYASININ BÜYÜSÜ

AMERİKAN FİLM DÜNYASININ BÜYÜSÜ

Los Angeles’tayız. Gemimiz şehir merkezine oldukça uzak bir yük limanına demirledi. Sabah erkenden çıktık çünkü şehrin öbür tarafındaki Üniversal Film Stüdyolarına gideceğiz.

24 Ağustos 2019 - 20:12 - Güncelleme: 24 Ağustos 2019 - 20:24

Los Angeles, ABD, Amerikan Filmi, Sosyete, Trafik Dünyası-Dünyanın Trafiği, Şovcu Yunuslar-Cesur Bal

20- LOS ANGELES, A.B.D. 330 56’ Kuzey Enlemi, 1180 24’ Batı Boylamı

Ertesi sabah Los Angeles’tayız. Gemimiz şehir merkezine oldukça uzak bir yük limanına demirledi. Sabah erkenden çıktık çünkü şehrin öbür tarafındaki Üniversal Film Stüdyolarına gideceğiz. Biletleri internetten aldık ve kendi imkanlarımızla gideceğiz oraya. Dışarıda hiçbir araç yok.

Gemimizden üç Türk arkadaşımız tesadüfen yanımızda ve onlar da aynı yere gideceklermiş. Güney Afrikalı bir çift ile arkadaş olmuştuk son bir aydır, onlara rast geliyoruz. Bir görevli ile konuştuktan sonra "bizi takip edin diyorlar" ama yaklaşık 500 metre yürüdükten sonra yanlış bilgi aldıklarını anlıyoruz, çünkü gittiğimiz yer turistik yat ve helikopter hizmeti veren bir nokta imiş.

Tekrar başladığımız yere geri dönüyoruz, ne yapacağımıza karar vermeye çalışırken yolun karşısında park halindeki 7 kişilik bir araç harekete geçiyor, tam önümüzde U dönüşü yaparken önünde UBER yazısını görünce el kaldırıyorum, duruyor ve şoför ile konuşup pazarlık da yaptıktan sonra biz beş Türk toplam 60 dolara Üniversal Stüdyolara doğru hareket geçiyoruz.

Bir saat sonra hedefe ulaştık; büyük bir kapının önünde araçtan indikten sonra renkli, yazılı, resimli ve gösterişli binalardan oluşan bir sokağa giriyoruz, sinema karakterleri her yerde ve daha çok alışveriş sokağı gibi bir yer.

Asıl gezilecek ve biletle girilecek yeri ararken sokak bitti ve çok büyük ve kalabalık bir meydana girdik, aynı anda uzun kuyrukları ve güvenlikli geçiş için oluşturulan kapıları gördük. Sıraya girerek güvenlikten geçtik ve iç meydana girdik. Burada bilet satılan ve biletle girilen asıl bölgenin önüne geldik. Telefonumuza indirdiğimiz bilet barkodunu görevliye okutarak içeri girdik. Diğer Türk arkadaşlarla bu noktada birbirimizden ayrıldık.

AMERİKAN FİLMİ

Bir renk cümbüşü halinde iki sıralı binalarda TV ve sinema film isimleri ve başrol oyuncularının resim ve maketleri. Daha güzeli o rolde giyinmiş ve ona göre hareket eden gerçek insanlardan oluşan görevliler. Uzun beyaz kürkü, platin saçları, mavi gözleri ve aşırı makyajı ile Marilyn Monroe hemen yanımda, sinema yıldızlarının Oscar töreni öncesi kırmızı halıdaki hareket, mimik ve konuşmalarla etrafı selamlıyor ve beni yanına çağırıyor, Gülsüm’ün teşviki ile bu çok güzel sinema yıldızı ile birbirimize sarılmış vaziyette Gülsüme poz veriyoruz.

Harry Potter platosu aynı filmdeki gibi gerçek büyüklüğünde kurulmuş. Uzun bir kuyrukla birlikte tepedeki şatoya ağır ağır çıkıyoruz, binanın içine girip konuşan tabloların, filmdeki sahneleri oluşturan odaların, salonların içinde yürüdükten sonra dörder kişilik tek sıralı koltuklar alınıp, sıkıca bağlandıktan sonra Aman Tanrım! birden uçmaya başlıyoruz.

Filmdeki meşhur uçan süpürgeli ve şato ile orman üstündeki iki ayrı takımın havadaki mücadelesine biz de dahil oluyoruz, tabii ki Harry Potter hemen yanımızda ve önümüzde bizle konuşuyor, tehlikeleri önceden haber veriyor ve bize karşı yapılan saldırıları püskürtüyor. Şiddetli bir hızla yükseliyor, viraj alıyor ve sonra uçurumlardan aşağı hızla düşüyoruz. Olayın tam içinde ve mücadele ede ede uçtukça uçtuk gökyüzünde, canavarları ve hayaletleri alt ettik ve sağ salim ana salona döndük; Harry Potter, tüm arkadaşları ve onu destekleyen iyi öğretmenleri bizi canlı ve üç boyutlu yayın ile karşıladılar ve alkışlarla tebrik ettiler, bu muazzam! başarımız nedeniyle.

Kungfu Panda'nın dansını ve dövüşlerini bazen canlı oyuncular olarak ve bazen de bizim için çekilmiş hem sinema filmi hem de tiyatro sahnesi gibi akan sanal gösteriler olarak izledik. Bu arada bu filmin kahramanları ile tamamen bir başka filmin, örneğin Shrek filminin kahramanları aynı sahnede ve atışarak değişik mizansenler oluşturuyorlar.

Mumya filmindeki piramidin içindeki, hareketli koltuklarımızın karanlık koridorlardaki hızı o kadar yüksek ve ani dönüş ve duruşları o kadar keskin ve sertti ki, 20 saniye içinde kusma noktasına geliyorsunuz ve zaten o anda da buradaki yolculuğunuz noktalanıyor.

Transformers dünyası üç boyutlu bir hayal alemi ve biz onun içindeyiz. İyi kahramanlar sizi kötülerin her an devam eden saldırılarından an ve an, canlı olarak akan bir performans halinde, sözle ve hareketlerle koruyarak kendi dünyalarında uçurarak dolaştırıyorlar, bu arada üzerinizde patlayan füzeler, önünüzde parçalanan devasa robotlar parça parça üzerinize geliyor, müthiş bir ses ve görüntü sağanağı ile. Sonunda tüm kötüler yenileniyor, dostumuz olan film kahramanı Optimus Prime önünüzde eğilip, birlikte iyi bir iş çıkardığımızı göz kırparak söylüyor.

Zombilerle buluşmamız, karanlık, dağınık, kanlı bir hastane binasında oldu. Bu kez sanal ortamlarda uçarak ilerlemedik ya da bir bilgisayar simülasyonu içine dalmadık. Gerçek oyuncuların canlı performansları eşliğinde bağıra çağıra yürüdük ve hatta farkında olmadan koşarak o korkunç binadan ve bizi yakalamaya çalışan zombilerden kaçtık.

Film hileleri olan; "uçmanın, yanmanın, kesmenin ve dövüşlerin" bu kez açıkça ve yine canlı oyuncular eşliğinde gösterildiği ve korku, gerilim veya komedi filmlerindeki sesler ile görüntülerin nasıl eşleştirildiklerinin canlı performanslarla gösterildiği bir başka binada bu işin gerçekten hayal, akıl ve çalışma ürünü olduğunu görüyorsunuz. Burada seyirciler arasından rastgele bir çifti sahneye çıkardılar. Erkek olanına astronot kıyafetleri ve başlığı takıp, sırtına taktıkları çok ince ve kolayca fark edilmeyen bir telle tavandaki bir noktaya bağladılar. Eşinin eline bir uzaktan kumanda aleti verdiler. Kadının, acemice yaptığı kumanda hareketleri ile astronot birden havada uçmaya başladı, sırtına takılı tel halat sayesinde. Ancak, neredeyse yanlardaki duvarlara ya da tavana çarpacak veya yere çakılacak şekilde havada dönüyordu. Çünkü, kadın, kumandayı bir türlü doğru tutamıyordu. Arada, asıl görevli aynı kumandayı eline aldığında astronotun uçuşu düzeliyor ve sanki uzayda yürüyormuş gibi oluyordu. Son sahnede yine acemi turist kumandayı eline aldı ancak kocasını çok kötü ve şiddetli bir düşme ile yere indirebildi. Adamın durumu çok kötü göründüğü için hepimiz panik olduk ve kadın koşarak eşine sarıldı. Yüzünü görmek ve öpmek için başlığı çıkarınca, astronotun kocası olmadığını onunla birlikte biz de hayretle gördük. Aynı anda normal kıyafetleri ile kocası sahne gerisinden yanında elinde kumanda olan bir başka görevli ile geldi. Meğerse, kadına verdikleri kumanda boş bir kutu imiş ve gerçek bir Hollywood dublörü olan astronot, kıyafet giyme anında kaşla göz arasında erkek turistin yerine geçmiş, havadaki o hareketleri belirli bir senaryoya uyarak gerçek kumandayı yöneten sahne gerisindeki kişinin gönderdiği komutlarla yapıyormuş.

En sonunda en çok rağbet gören stüdyo turuna sıra geldi. Stüdyo Turu, etrafı açık kocaman araçlara binerek, açık alanlardaki değişik film stüdyolarını araç içinde gezerek yapılıyor ve bazı sahneler sizin için orada tekrar ve canlı olarak çekiliyor. Aynı anda, orada çekilmiş film aracın önündeki ekranda gösteriliyor. Parçalanmış düşen bir uçağın enkazı ve onun yarattığı yanmış evler ve araçlar, depremle yerle bir olmuş bir şehir, 1930'ların New York sokakları, günümüz Amerikan taşra şehri sokakları ve evleri, vahşi batı kasabası, Jurassic Park ormanları, Geleceği Dönüşün araçları, Sapık filminin moteli ve tepedeki evi, Köpekbalığı Jaws'ın denizi ve sahili içinden geçerken buralarda çekilmiş filmleri arabadaki ekranlarda seyrettik.

Üç ayrı noktada ise kapalı hangarlara girdik ve önce deprem sırasında yer altı tünelinde mahsur kalan insanları anlatan film sahnesini canlı olarak yaşadık çünkü, yan duvarlar çöktü, üzerimize otobüsler devrildi, elektrik direkleri ve telleri etrafa kaçak elektrik saçtı, birden sel halinde sular arabamızı sardı, Allahtan biraz ıslanmaktan başka bir zarara uğramadık. Sonra, King Kong ormanında kaybolduk, üç boyutlu gözlükle baktığımızda her şey o kadar canlıydı ve biz içindeydik ki, birdenbire saldıran iki dinozor ile King Kong'un ölümüne kavgası, bizim aracın hemen bitişiğinde ve üstünde olurken, arabamız devrilecek kadar yan yatıyor ya da parçalanacak kadar sarsılıyordu. Neyse ki, King Kong, dinozorları öldürdü, gözümüzün içine bakarak buranın hâkimi beni diye göğsünü yumruklayarak bağırmakla yetindi ve dağının tepesine hızlıca gitti. Sonraki durak Hızlı ve Öfkelinin kahramanlarının bizimle konuşması ile başladı, sonra yine üç boyutlu gözlükler sayesinde bizim aracın da katıldığı müthiş bir kovalamaca ve kavga başladı; otomobiller, otobüsler, devasa kamyonlar ve hatta helikopter ve savaş uçakları. Ancak tüm devrilmelere, infilaklara ve ateş toplarına rağmen biz kahramanlarımızla birlikte bu savaş alanından çıktık ve onların bize hitaben yaptıkları esprili konuşmaları ile oradan uğurlandık.

Yaklaşık 6-7 saat sonra dışarı çıktığımızda hava kararmak üzereydi ve bizim gemiye nasıl döneceğimiz hakkında en ufak bir bilgimiz yoktu. Metro işaretini takip ettik, gelişimize göre diğer taraftaki bir meydana geldik, otobüsleri ve metroyu aynı bölgede bulduk. Kibar bir adam yardım ister tarzda bize bir şeyler sordu ama anlamadık, ters bir şekilde bilmiyoruz diye işaret edip, metro merdivenlerinden inerken, onun bizi takip ettiğini görünce "bu adam neden peşimizden geliyor" diye söylendik, aşağıda bekleşen üç kişinin yanından geçerken ikisini gemiden tanıdım çünkü Brezilya Bankası yazılı parlak sarı tişörtleri aklımdaydı, meğerse biraz önce bizle konuşmak isteyen adam bunlarla birlikte imiş ve o da yanımıza geldi, özür dileyerek onu şimdi tanıdığımızı söyledik. Dördü de Brezilyalı ve sadece bizimle konuşmaya çalışan adam az biraz İngilizce biliyor. Bizden daha panik halde, gemiye nasıl döneriz şaşkınlığındalar.

Önce biz sonra bizi taklit ederek onlar metro biletlerini aldık ve bizim rehberliğimizde tren yönünü bulduk ve şehir merkezine geldik. Orada, duvarlardaki haritalardan gemimizin demirlediği bölgeyi bulduk, iki kat yukarıdaki diğer metro hattına geçtik. Ancak trenimiz hareket edince, trende asıl güzergahın yarısının ayrıca kesik siyah çizgilerle işaretlendiğini fark ettik ve acı sürpriz! meğerse tren yarı yola kadar gidiyormuş. Çünkü, diğer yarısı bakım nedeniyle kapalıymış. Sorarak ve yazıları okuyarak otobüs ile devam edeceğimizi öğrendik. Gerçekten de öyle oldu ancak bir şansızlık daha, üzerinde gideceğimiz bölge ismi yazan otobüs, yanına gelmeden neredeyse 10 saniye önce kapısını kapatıp hareket etti ve bizim için durmadı, bir sonraki otobüsü bekledik ve bindik, numarası aynı idi ama bizim durak bunda yazmıyordu, şoföre sorduk, adam ben o durağa gidip gitmediğimizi bilmiyorum demez mi, aşağıdaki kontrol amirine sorduk, gider dedi, şoför de biraz sonra aşağı inip o da sordu ve geri geldiğinde "sizin oraya gidiyoruz" dedi ve ekledi "tüm istasyonlara gidiyoruz" diye.

Bu son sözünün bizim için bir kâbus olduğunu hareket ettikten 20 dakika sonra anladım. Çünkü, otobüs gerçekten tüm metro istasyonlarına uğrayarak gidiyordu bizim son istasyon olan durağımıza. İki saatlik belediye otobüsü yolculuğu ile gemimize 10 km uzaktaki son durağa gelebildik. Havanın soğukluğu artmış ve yorgunluk bizi sarsıyordu ve daha gidecek çok yol ama ortada ne araç ne de bir bilen vardı. Brezilyalılar bizden şaşkın son durağa geldiğimizin farkında değil araçtan inmiyorlar, onlara anlatırken arka tarafta iki genç kişinin bana laf attığını gördüm, onlarda bizden ve iyi derece İngilizce bilen Ruslar olmalarına rağmen son durakta olduğumuzun farkında değiller. Herkesi, büyük bir işgüzarlık örneği ile aşağıya indirdim.

Bizim cahil şoför, duraktaki diğer iki şoförle konuştu, bize taksi ya da UBER önerdiler, internet yok deyince otobüste var diye tekrar kapıları açtılar, bu arada iki Rus bizden ayrıldı, İngilizceyi az da olsa bilen ilk Brezilyalı UBER ile bağlantı kurdu, altı yolcu için bir aracın 4 dakika sonra geleceğini müjdeledi. Aracımız geldiğinde Ruslar geri gelmiş ve birlikte taksi tutmayı öneriyorlardı, bizim için gelen UBER aslında 7 kişilik idi, ben Rus çifti, onların, "biz de sıkışır mıyız, olur mu" tereddütlerine daha doğrusu çekinmelerini görünce içeri aldım, şoför olur verdi, böylece biraz sıkışık oturmuş 8 kişi, yarım saat sonra gemideydik. Brezilyalı kadın durmadan haç çıkararak Tanrısına şükür duaları ederken, onlardan ayrılıp yorgun argın kendi odamıza geçtik.

SOSYETE

Dün olduğu gibi bugün de bol güneşli bir Los Angeles gününe uyandık. Bugün gemi şirketinin bizim için düzenlediği otobüslerle şehir turu yapacağız ve Beverly Hills ve Santa Monica Plajlarını dolaşacağız. Gemideki en tembel ve rahat sabahı yaşadık çünkü hareket saatimiz öğlen 12.45 de. Yine de sabah sporunu ihmal etmedik ancak kahvaltıyı ağırdan aldık üstüne bolca çay ve kahve içtik.

Otobüsümüz hareket etiğinde saat 13'ü biraz geçiyordu. Bir saati aşan ve otoyol ağırlıklı bir yolculuktan sonra Beverly Hills bölgesine girdik. Zenginlik, gösteriş, ihtişam, temizlik hemen kendisini göstermeye başladı. Önce çok büyük gökdelen otellerin yanından geçtik, daha sonra şık mağazalarda en meşhur ve pahalı markaları gördük, Fox TV Stüdyoları ve Plazasını izledik, ana cadde mi sokak arası mı ayırımı yapamadan güzel binalar arasında dolaştık. Sonunda Rota 66 denilen yol kenarında park ettik ve bir saat serbest zamanımız oldu. Birbirinden güzel evlerin yine çok güzel bahçelerinin arasında dolaştık. Kendi evimiz müstakil imarlı ve bahçemiz ağaçlar ve çiçekler içinde olduğundan, bu evler ile kendi evimizi kıyasladık, bazılarından kopya niyetine fotoğraflar çektik. Ön bahçelerin çoğu çitsiz veya duvarsız doğrudan kaldırımlarla bitişik. Yollar ve kaldırımlar ağaçlarla bezenmiş geniş ve temiz. Araç trafiği bu bölgede ve bu saatte çok sakin. Yolda insanlar çok seyrek.

İkimiz selfie yaparken yanımızdan geçen esmer tenli bir genç fotoğrafımızı çekmeyi teklif etti, telefonumu verdim bizim bir çok pozumuz çekti, sonra nereden geldiğimizi sordu, Türkiye dedik , tabii bu konuşmaların tamamı İngilizce idi ama o anda genç birden "ben de Türküm" demez mi. Dünyanın öbür ucunda, bir sokak arasındaki tesadüf. İsmi Ege imiş, köpeğimin adı da Ege diyemedim ayıp olmasın diye. Tek başına buralara gezmeye gelmiş Ankaralı bir genç. Biraz konuştuktan sonra ayrı istikametlerde yürümeye devam ettik.

Evler iki katlı, her birinin bahçesinde lüks arabalar, alarm sistemleri, otomatik sulama sistemleri gözüküyor. Eve ait çim bahçesi evin kapısı ile yol kenarındaki genel kaldırımları birbirinden ayırıyor. Çiçekli kısımlar ve ağaçlı bölümler birbirini tamamlıyor. Her evin bahçesinin ön cephesi ortalama 20 metre civarı, iki taraflı bahçe koridor halinde arka tarafa gidiyor, orada bahçe devam ediyor, her halde orada yüzme havuzu ve barbekü yapılan arka bahçeleri var ama orası yoldan görülmüyor. Evlerin bahçeleri aynı ada içinde ise birbirine bitişik olarak devam ediyor. Her bir ada aynı zamanda birbirine paralel sokaklarla ayrılıyor. Ana caddeye bakan kısımlar ise geniş parklar ve yeşil alanlarla kaplı ve ara ara çok büyük ağaçlar, havuzlar ve heykeller göze çarpıyor.

Tekrar otobüslere bindik, şehri dolaştık, büyük apartmanlı bölümler genelde lüks rezidanslardan ya da otellerden ve iş merkezlerinden oluşuyor. Konutlar ise çoğunlukla tek veya iki katlı müstakil veya birbirine bitişik bahçeli ahşap olduğunu sandığım, ( çünkü inşaat halinde olanlar hep ahşap idi) evlerden oluşuyor. Üç veya dört katlı apartmanlar yok gibi. Yüksek binalar gökdelen tarzında çok katlı ve çok lüks. Şehrin kapladığı genel alana göre de çok azınlıkta kalıyor. Asıl dönüş yolunda tek veya iki katlı bahçeli evlerin bitmez tükenmez bölgeler halinde olduğunu gördüm. Gidiş yolunda şimdilik gökdelenler de görüyoruz. Downtown denilen şehir merkezi devasa bir gökdelenler bölgesi.

Yine bir saati aşan bir yolculuktan sonra deniz kıyısına çıktık. Burası Santa Monica sahili. Denizi görünceye kadar bu şehrin deniz kıyısında olduğunu hissetmiyor ve yaşamıyorsunuz, kaldı ki biz gemi ile geldik ve limandaki gemimizde kaldık. Şehir, denizden uzaklaşarak o derece geniş bir alana yayılmış ve bu alanlar genel olarak deniz seviyesinde bir düzlükte ki, denizi hiç görmüyor ve yaşamıyorsunuz. Santa Monica sahilinin kumsalı en az 500 metre genişlikte ve kilometrelerce uzunlukta. Geldiğimiz yol park ettiğimiz noktada deniz seviyesinden yüksekte ve kumsala merdivenlerle iniliyor. Kumsala ayak bastıktan 15 dakika sonra denize ulaşabildik, kumsal o derece geniş bir bant halinde. Sarı renkteki kumsalı çok güzel bir şekilde araçlarla düzeltmişler, düz bir satıh halinde uzanıp gidiyor. Kumsalın başladığı yerde ve geldiğimiz yolun deniz tarafında yine bahçeleri birbirine bitişik iki katlı ahşap evler sıralanıyor. Bunların önünde bir yaya ve ona bitişik bisiklet yolu sonra bu geniş kumsal var. Şehirle hiç alakaları yok gibi. Adeta bir sahil kasabasının denize sıfır yazlıkları. Bir başka noktada, yol kenarından başlayıp, bu geniş kumsalı geçen ve denizin içine kadar giden direkler üstüne bir rıhtım ve üzerinde lunapark ve onlarca işyerleri sıra sıra yapılmış. Bu şekilde, yoldan denizin içine doğru giden açık hava AVM'si gibi. İnsanlar buradan yürüyerek en uçtaki seyir terasına yığılmış, denizi seyrediyorlar. En uçtaki bu yerin altı, deniz.

Gerisin geri tekrar 15 dakika yürüyerek kumsalı geçtik ve alt yola ulaştık. Merdivenlerle de otobüsün bulunduğu asıl yola çıktık.

TRAFİK DÜNYASI, DÜNYANIN TRAFİĞİ

Dönüşün başladığı akşam iş çıkışı saatlerinde, bu şehrin bir başka ve sıkıntılı yüzü ile karşılaştık; bu güne kadar görmediğim bir trafik bu . Binlerce araç, yüzlerce değişik yol ve güzergahta tam üç saat boyunca aktı da aktı, bizi de içinde sürükleyerek. Ülkemizdeki ve Avrupa'daki şehirleri saymıyorum, Tokyo, Meksiko City ve Delhi gibi kalabalık ülkelerin kalabalık şehirlerini de görmüştüm ama bu denli çok fazla yol ve bu bollukta araç hiç görmedim. Çeşitli genişlikteki otoyollar ve otoyol gibi şehir içi yollar, birbirini kesiyor, paralel gidiyor, alta girip üste çıkıyor, semtler adeta ayrı birer şehir gibi değişiyor, devasa otoparkları olan ve çok geniş alanlara yapılmış alışveriş merkezleri sıra sıra önümüzde ancak yollar ve trafik bir türlü bitmiyor ve azalmıyor.

Düz bir satıhta olduğumuzda rahatça gördüğümüz önümüzde ve arkamızda, sağımızda ve solumuzda veya sık sık girdiğimiz kavşaklarda izlediğimiz sonsuz uzunlukta beyaz ve kırmızı renkli ışıklar içinde araçlar ve bu araçların doldurduğu yollar kesintisiz devam ediyor. Birdenbire bir helikopter yanımıza yaklaşıyor ve bize neredeyse bitişik şekilde yanımızda yola devam ediyor; büyük bir TIR'a yüklenmiş bir helikopter bu. Bizimle yoğun trafikte uzun bir süre yol aldı daha sonra birbirimizi kaybettik. Havaalanı yanından geçerken; solumuzda havaalanı, sağımızda iniş için havada bekleşen en az 8-10 uçaklık sırayı net olarak görebiliyorum. Otobüsümüz neredeyse durma halindeki bir yavaşlıkta yol alıyor, uçaklar bu arada neredeyse 30 saniyede bir, bizi üstümüzden yalayarak havaalanına iniş yapıyor, havada bekleşen uçaklar ışıklar halinde ve sanki havada park etmiş gibi, sadece en öndeki yavaş yavaş üstümüze geliyor ve solumuzdaki piste iniyor, çok kısa bir sürede en az beş uçak tam otobüsün üstünden geçti, diğer uçaklar çizgi halinde havada ve sayıları hiç azalmıyor, yavaş da olsa ilerlediğimiz için uçak inişleri yavaş yavaş otobüsün arkalarına doğru kaymaya ve daha sonra uzaklaşmaya başladı.

Burada otoyollar da kendi içinde sınıflara ayrılıyor; standart otoyol dışında altışar şeritli bir başka çeşit otoyol var ki, bunların en sol iki şeridi, en az üç yolcu taşıyan araçlara tahsis edilmiş, tek veya iki kişi taşıyan araçlar en soldaki bu iki şeride giremiyor, onlar diğer dört şeritte yollarına devam ediyor, tabii oradaki trafik daha yoğun ve yavaş akıyor. Bu en az üç yolcu kuralı diğer şehirlerde değişiyormuş, örneğin San Francisco’da en az iki yolcu olarak uygulanıyor.

Trafikteki kurallar yaya güvenliğine mutlak öncelik verilerek düzenlenmiş ve titizlikle uygulanıyor ; yayanın yola inmesi halinde araçların durması Avrupa'da da vardı ama burada ayrıca yolcu olsun olmasın, gece yarısı ve tamamen tenha yollarda bile yaya geçişlerinde aracımız mutlaka durma noktasına kadar yavaşlıyor ve yaya geçidinden o şekilde geçiyor, ilk anda ön tarafta kasis olduğunu düşünmüştüm ancak kasis yok ve ne olursa olsun yaya geçitlerinde mutlaka durma noktasına kadar yavaşlayarak geçiyorlar. Gemimize yaklaştığımız liman bölgesindeki karanlık ve hiç kimsenin olmadığı bölgede dahi bu kuralı titizlikle uyguladı şoförümüz. Bir de ara sokaklardan, ana sokağa geçerken yere veya tabelaya yazılı stop işaretleri önünde yine ne olursa olsun mutlaka duruyorlar ve ondan sonra geçiş yapıyorlar. Hiçbir insan ve araç olmasa bile.

Işıksız dört yollu kavşaklara gelince mutlaka duruluyor ve kendi aralarında derhal bir sıralama yapılarak önce gelen önce geçiyor, sonra ondan sonraki ve daha sonra ondan sonra gelen geçiyor. Bu nedenle kavşağa gelince hemen kendisinin kaçıncı sıradaki araç olduğunu ve kimden sonra geldiğini hesaplıyorlar. Her kes kurala uyduğu için çok güzel akan bir trafik oluşuyor.

ŞOVCU YUNUSLAR, CESUR BALİNALAR

Los Angeles'tan ayrıldıktan sonra bir tam gün denizde kuzeye doğru gittik. Spor, kitap okuma ve yazı yazma ile geçen güzel ve dinlendirici bir gündü. Günün sürprizi ise sabah erken saatlerde geminin en önünde ve 13.kattaki spor salonunda koşu bandında iken birdenbire ortaya çıkan yüzlerce yunus oldu. Gidiş yönümüze göre sol taraftan gemiye durmaksızın bata çıka akan yunus süresi çok güzel bir görüntü oluşturdu. Geminin ön yanına kadar gelip oradan tam dibe dalıyorlar ve gözden kayboluyorlar. Sürünün biri bitmeden biraz açıktan yeni bir sürü ve içinde onlarca yunus olduğu halde ortaya çıkıyordu. Daha sonra yaklaşık 10 kadar büyük yunus ya da küçük balina geminin hemen yanı başında hiç zıplamadan sadece sırtları gözükecek şekilde bize eşlik etti. Tam olarak göremediğim ve büyüklükleri de kesin bir bilgi vermediğinden yunus ya da balina olup olmadıklarına karar veremedim.

Ancak en sonunda gerçek ve büyük bir balina geminin tam önünde önce su püskürterek sonra da büyük sırtını tam olarak ortaya çıkararak adete bize meydan okuyacak şekilde önümüz geçti. Geminin kendine doğrudan ve hızlıca gelmesine hiç aldırmadan öylece bekledi. Biz artık, gemi çarpacak ya da pervanesine takılacak diye konuşmaya başlamışken birden denizin içinde kaybolup gitti.

(Yarın: San Francisco, ABD, Bu Nasıl Bir Araç?, Özgürlükler Şehri, Silikon Vadisi)

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
İZSU GENEL MÜDÜRÜ KÖSEOĞLU: SİYASET ÜSTÜ ÇALIŞIYORUZ
İZSU GENEL MÜDÜRÜ KÖSEOĞLU: SİYASET ÜSTÜ ÇALIŞIYORUZ
YILMAZ KARAKOYUNLU VEFAT ETTİ
YILMAZ KARAKOYUNLU VEFAT ETTİ